Anlatayım; 08.30-18.00 arası çalıştığım tam zamanlı bir işim var. Cumartesi-Pazar günleri hariç haftanın beş günü işyerinde sürekli bilgisayar başında kafa patlatırım. Daimi olarak monitöre yakın yaşayanlardanım dediysem ne yazık ki bu istediğim her an internete girebileceğim anlamına gelmez. Çalıştığım firmanın kuralları kapsamında internete girmek yasak. Doğru duydunuz. Google’ ın ana sayfası ve işle ilgili birkaç site hariç hiçbir link uzantısı çalışmaz, denemelerinizde karşınıza çıkan renkli uyarılarla acı gerçeği derinlemesine anlarsınız :) Yani, ben çalışırken biraz mola deyip sevdiğim hiçbir blogu okuyamam, işlerimi bitirdiğimde özel maillerimi kontrol edemem, hiçbirinizin Twitter muhabbetlerine ortak olamam, sanal gezintilere çıkamam. İlk başlarda fazlasıyla koydu (argo oldu ama bu kelimeden daha iyi bir kelime yoktu durumu anlatabilmem için) 9 aydır böyle yaşıyorum, henüz ölmedim :)) Şirket kuralları işte; uymaktan başka çözüm yok. Birkaç kendini bilmezin yüzünden yasaklanmış zamanında. Hak veririm, yönetim de çalışma düzenini bir sisteme oturtmak zorunda. Yalnız bir taraftan da üzülürüm, kurunun yanında yaş…
Maydanoz… Alır mıydınız?
Maydanoz… Barbunya pilaki üzerinde enfes olur. Hayatımın göbeğinde değil ama… Her lafın ortasında, alakalı-alakasız konuşan, üzerine vazife olmayan şeyleri kurcalayan, hayatımızın yeşillikleri onlar… Yürüyen, konuşan, elleri, ayakları olan, espri yapan – yaptığını sanan – maydanozlar onlar… Günde kaç bardak su içmemiz gerektiğini onlar bilir. “Kilo almışsın” diyorsa sana, almışsındır; uzatma :) Beş dakika önce tuvalete girmiş olman, aradan bir saat geçene kadar tekrar girmeyeceğin anlamına gelir. Sana ne arkadaşım; belki ben si-dik-li-yim :)) Elini yıkadığında kurulamak için bir adet peçete kullanman yeterlidir, ikincisi gereksizdir. Hem unuttun mu; peçetelerin içinde şu sevimli fillerden vardı; ıslaklığı yüzde bilmem kaç içine hapsediyordu :))) Düşünceli bir haldeysen mutlaka moralin bozuktur. “Canın mı sıkılıyor?” “Sıkılıyor, değil mi? Sıkılıyoooorrr” :)) Puanlı elbisenizin üzerinizde nasıl durduğunu ona sormuş muydunuz peki? En beklenmedik anlarda değişik çıkışları vardır canlı maydanozların; hayretler içinde bırakırlar karşısındakini. Bu cesareti de nerden alırlar, bilinmez… Maydanoz faydalı bir bitki dediler diye mi acaba sarfettikleri…
Zamansız Terk Ettin Beni
Bir gün blogunu bir açarsın; o da nesi! İzleyicilerinden bir kişi seni terk etmiş. Kim olduğu da meçhul. Ara ki bulasın, gönlünü alasın… Düşünür müsün üzerinde? Yoksa “Amaaann bana ne! Kendi kaybeder!” tribi mi yaparsın :) Ben düşünürüm. “Rahat mı ettiremedik?” derim kendi kendime :) Ve şunu sorgular zihnim, benim asıl öğrenmek istediğimdir: Niye gelmişti, niye gitti? Yoook, yoook, tabii ki ölesiye kanka değiliz. İstemiyorsan gidersin, yol açık… Ama isterdim ki; öyle parmak uçlarına basıp usul usul sessizce çıkıp gitmeseydin kapıdan. Belki bir selam bile vermemiştin bana. “Hoşgeldin” diyememiştim ben de sana. Keşke sıcak bir çay ikram etseydim, yanında havuçlu, cevizli kek. Sever misin? Dedim ya işte, zamansız terk ettin beni. Yine gelirsen kapım açık; sakın günü, saati dert etme. Terlikler hemen girişte sağ tarafta… Aman başına dikkat et, o odanın kapı girişi biraz alçakta… :)
Sohbet Muhabbet
Oooo, herkes tatillere gitmiş, boşlamış buraları, Çeşme’ lerden, Bodrum’ lardan sesler daha bir yükselir olmuş :) Ne o; ben tatile gidemiyorum diye nispet mi yapıyorsunuz bakayım :)) Öğretmen değilim ki; şöyle iki ay tatilim olsun, senemi de doldurmadım ki daha çalıştığım iş yerinde, en azından bir hafta kaçamak yapabileyim… Zor bir yaz olacak, belli, belli. Artık ben karınca misali çalışır, haftasonu tatilleri ile kendimi avutur dururum… Neyse ki yakınlarda Ramazan Bayramı tatili var da ucundan iki-üç gün; züğürt tesellisi gibi ona sarıldım ben de :)) Sonra Ekim’ in 18’ ine kadar dişimi sıkarsam; 14 iş günü yıllık izini hak etmiş oluyorum *-* Az kalmış, değil mi? Saydım biraz önce, tam 105 gün. Az kalmış deyin, az kalmışşş… Şu an deniz kenarında güneşlenemeyenlerle sohbet edelim biz de madem. Eğer siz bol güneşli bir tatil yüzünden bu yazıyı rötarlı okuyanlardansanız, hemen şimdi bir aynaya bakın, yanık teninize iltifat edin, dinlenmiş bedeninizi kucaklayın…
Kredi Kartsız Hayat
Öyle bir hayat var mıydı? Google Amca’ ya sordum; o bile tanımadı :) Yook, yoook; bu kez sen bile anlamadın benim ne kastettiğimi; yılların deneyimlisi, anahtar kelimeler hükümdarı seni… Eh, sen de haklısın be Google Amca; kimse sormazsa sana kredi kartsız hayatın ne olduğunu, sen de nereden bileceksin, değil mi? :) İlk kredi kartım bundan altı-yedi yıl önce geçti elime. Bir süre çantamda anlamsızca gezdikten sonra (keşke hep o anlamsızlığını korusaydı) her para sıkıntısı çektiğimde imdadıma yetişti, sonra anlam bulmaya başladı tabii… İstediklerimi rahatlıkla aldığımı görünce zaman zaman renk renk kıyafetlerin arasında göz kırptı bana, bir alacaksam iki alabileceğimi fısıldadı kulağıma… Hoş geldi önce… Bazen ipin ucunu kaçırdım, sonra hemen topladım. Sonra bankalar yollarımı aşındırmaya başladı. “İstemiyorum” dedikçe daha çok rahatsız ettiler. Hatta bazen öyle oldu ki; bir şirkette işe mi başladım, “Aaa, maaşınız bizim bankamıza yatıyor” diyerek alnıma silah dayayarak verdiler resmen kredi kartlarını. Almayanı dövüyorlardı yani, o derece…
Beklemediğim Bir Şey Oldu :)
Hani ben geçenlerde evrenden bana bir güzellik yapmasını istemiştim, sonra başıma türlü türlü aksilikler gelmişti. Ben de bunu evrenin mesajımı yanlış yorumlamasına bağlamıştım :) Meğer öyle değilmiş; evren siparişi hazırlıyormuş tam da o esnada. Pazartesi günü yaşadıklarımının siparişimle uzaktan yakından bir alakası yokmuş. Benim siparişim biraz gecikmiş sadece. Ah ne mutlu etti evren beniii… *** Pazar günü Twitter’ da yazdıklarımı yineliyorum; “Bir güzellik istiyorum evren senden yarın. Şaşırt beni, beklemediğim birşey yap. Olamaz mı yani?” *** Beklemediğim birşey istemiştim. Ve yazarken de inanın hiçbir maddi beklenti içerisinde değildim. Hoş bir sürprizdi sadece olmasını istediğim. Şeklini filan çizmedim. Birşey olsun dedim; yüzümü gülümsetsin, içimi ısıtsın, “Vay bee, hayatta bunlar da oluyormuş” dedirtsin bana… Dedirtti. Evet, bugün dedirtti. Beklemediğim bir şey oldu, arkadaşlar. Hem de hiç beklemediğim birşey :) Hani bir yazı yazmıştım ben evvel zaman içinde :) Çok da geçmedi aslında üstünden; daha kitap en çok satanlar listesinde tırmanışta *-* Aykut…
Bazen İşler Ters Gider
Günlerden Pazartesi… Sabah yolda giderken aklıma geliyor; işyerindeki dolabımın anahtarını diğer çantamda unutmuşum. Eve geri dönme ihtimalim sıfır. Neyse ki bir gün idare edebilirim sanırım. Köprüde kaza var, trafik almış başını gitmiş. An itibari ile mesaiye zamanında yetişebilmem imkansızlaşıyor. Derken ek bir vesait daha kullanmak zorunda kalıyorum; ki daha fazla gecikmeyeyim. Bingo; bugün yol masrafını katladın Demet! Bilgisayar karşısında birşeyler kemiriyorum :) Derken ağzımın içinde bir gürültü. O da nesi! Dolgu yapılan dişim kırılmış!! Tam da sırası. Öğle yemeğindeyim. Kutu içeceğim kendisini içtirmemekte ısrarlı. Ve kazandı. Çünkü kutunun açma kısmı elimde kalakaldı; ben duruma bir hayli şaşkın, karşımdaki içecek ise mutluluktan uçtu, uçacak!! Kitapçıda kasaya yöneliyorum. Kasa bozuluyor nasıl oluyorsa ve kasiyer çıldırarak orayı terk ediyor :) ………. Şaka değil, hepsi gerçek! Her biri de sadece dört saat içerisinde geldi başıma. Hiç oflamadım, puflamadım halbuki, sessiz sakin kabullendim. Gülümsemeyi de bildim. Ama zincir gibi aksilikler dur durak bilmedi işte bugün.…
İzmir Yolcusu Kalmasın :)
Ve iki yıl aradan sonra İzmir’ e gidiyorum. Bu kadar uzun süre olduğunu daha yeni yeni idrak ediyorum desem :) Ayıp etmişim güzel İzmir’ e; hemen gider gitmez hatamı telafi edeceğim *-* Yarın bu saatlerde otobüste uyumaya çalışıyor olacağım çok yüksek olasılık :) Çalışacağım diyorum; çünkü ufacık ebatıma rağmen otobüs içerisinde devleşip yere göğe sığmayan biriyim :D Ne kadar tezat bir durum, değil mi :) Bir yandan yalnız yolculuk yapacak olmamdan duyduğum memnuniyetsizlik, bir yandan artık İzmir’ e gitmek isteyişim, bir yandan Canon’ la ilk şehir dışı gezimizin verdiği heyecan, bir yandan burada bıraktıklarım, bir yandan orada kavuşacaklarım,… Karışık bir ruh haleti anlayacağınız… Gerçi sadece üç güncük kısa bir gezi aileme, akrabalara, bir zamanlar gezdiğim, dolaştığım yerlere… Zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacağım :) Tabii bu süreç içerisinde sizlerden uzak kalacağım, gönlüm razı gelmese de. Telefonumdan zaman zaman internete girip maillerimi, yorumlarınızı kontrol edebilme şansım olsa da kısa bir süre yeni yazı…