İzmir’ deyim… 6 yaşındayken ilk taşındığımız evde… Annemle babamın yatak odasının kapısını itiyorum elimle… Annemi görüyorum hemen aynanın karşısında; üzerinde çok şık bir gece kıyafeti, saçlar fönlü, yüzünde makyaj – çok iyi görünüyor… Bir yandan üzerindeki kıyafeti inceliyor, ne zaman elbise giyse göbeğini içeri çekerek nasıl durduğunu kontrol eder, hah işte o hareketi yapıyor… Bir yandan da göz ucuyla bana bakıyor, “Nasıl olmuşum?” der gibi… “Hayırdır” diyorum. “Baban aldı” diyor, “Hediye”. Bir an içerliyorum ve “Bana niye almamış ki?” diye soruyorum. Soruma cevap vermeden annem bileğini uzatıyor bana doğru sevinçle. “Bu bilekliği almış bir de” diyor. Oldukça pahalı bir şey gibi… Bir yonca sallanıyor ucunda… Gözüm ona takılıyor. Başımı sola çeviriyorum birden, babamı görüyorum yan profilden. Babam da oldukça fit gözüküyor, ikisi de bakımlı, mutlu… Babamla göz göze gelmiyoruz, sohbet etmiyoruz ama… O sırada uyanıyorum çünkü… “Çok uyudum bugün, ondan bu rüyalar” diye geçiyor içimden… Sonra aklıma yonca takılıyor… Benim…
Tanısan Çok Seversin Belki de : )
Blog yazmaya yeni başladığım dönemlerde adım ne olsun diye çok düşünmüştük eşimle; kısa – vurucu – akılda kalıcı – beni yansıtan birşey olmalıydı. Günlerce gerek konuşarak, gerek SMS atarak birbirimize, eşimle beyin fırtınası yapmıştık. Sonra bir gün eşim “Demetoloji” ismini sms attığında o isme vurulmuş, başka da birşey düşünemez olmuştum. Beni daha iyi yansıtan başka bir kelime olamazdı çünkü; hem tek bir konuya hitap etmemesi, hem de benim adımı barındırması içinde, çok sempatik gelmişti. Hatta alan adımı hemen alıp sırf bu uğurda Wordpress kullanmayı öğrenmiştim; ki emekleme dönemleri çok sancılıydı – şu Blogger yasaklarının olduğu günlere tekabül eder… O zamanlar diğer sosyal medya kanalları çok da yaygın değildi, akıllı telefonlar bile o kadar çok kullanılmıyordu ki… Böyle de anlatınca çok eski bir zamandan bahsediyor gibi oldum ama biz blog yazarları yediğimiz – içtiğimiz, yaptığımız – ettiğimiz, kimilerinin ne giydiği daha o gün eve gidip üstündekileri çıkarmadan bloglarda olurdu. Birbirimizi arkadaş…
Ben Geldim Blog!
Bloğuma geçmiş bir yazıyı okumaya gelmiştim de son yazımın tarihi gözüme çarpınca “Neredeyse bir ay olmuş, pesss!” dedirtti bana. Hemen arayı daha fazla açmamak için, uykuya teslim etmeden kendimi yeni bir yazı gireyim dedim. Bir yandan “Darıldın mı cicim bana, hiç bakmıyorsun bu yana…” diye mırıldanırken bu kadar uzun verdiğim arayı nasıl kapatacağımın endişesi sarmışken beni, öyle özürlerle filan hiç kafa şişirmeden “Nerden başlarsan başla anlatmaya” dedim… Çünkü nasıl cümle kuracağını da bilmiyorsun o zaman. Ben hep bunu şuna benzetiyorum; uzunca bir süre görüşmediğin bir arkadaşınla karşılaştığında ne konuşacağını bilememek, nerden başlayacağını kestirememek, ne anlatacağının derdine düşmek gibi… İşte o arkadaşın senin içini biliyorsa zaten, nerden başladığının da pek önemi yok. Virgülü koyduğun yerden başla ya da cümlelerin arasında hiç bağlantı olmasın, anlat sen, bir yerden sonra yine başlarsınız aynı telden çalmaya… Ne de olsa birbirinizin dilini biliyorsunuz. O yüzden bundan sonra yine böyle aralar olursa burda – ki olacak,…
Kelimelere Sığdırdım Yıllarımı…
Benim böyle hayatımın nereye gittiğine dair irdelemelerim, iç hesaplaşmalarım meşhurdur; bıdır bıdır kafamın içinde kendimle söyleşir dururum saatlerce :) Bugün de öyle kendi kendime fikirler arası gezintiye çıkmışken bir soru sordum kendime – böyle de çok kendi kendine oldu ama sonuçta kendi kendime :))) Hem sordum, hem cevapladım anlayacağınız. Hazır kağıda karalamışken cevabımı; oracıkta kaybolmasın, blogumun bir köşesinde de bulunsun istedim. Zaten soruyu sormamla, yılları yazıp yanlarına birer başlık atmam bir oldu. Ben çok düşünürüm diyordum cevaplarken ama beş dakika geçmeden bir de baktım her senenin başlığını atmışım. Kendi kendime sorduğum soru şuydu: “Evet, sevgili Demet, bana son 10 yılını birer kelimeyle özetle. Her yılın bir kelimeyle karşılığı olsun yani, senin için en çok neyi ifade ediyorsa o yıl…” Bakalım, geçmiş yıllarım benim için en çok hangi kelimeyi ifade ediyormuş, neden… 2004 yılı: Sorumluluk Üniversite bitmişti, artık kendi paramı kendim kazanıyordum. Tek başıma eve çıkmıştım; ev kirası, elektrik, su; hepsi…
Tilkinin Dönüp Dolaşacağı Yer : )
Eylül ayını yarılayacağız resmen; ben yaz tatilinden kalan bir fotoğrafla ancak yazabiliyorum :) Ehh, bu hızla gidersem zaten, sene sonunda da hala yazdan fotoğraflarla buralarda boy gösterir, dururum :)) Neyse, zaten oldukça mahcubum buraya karşı – bir süredir kendisini Instagram ile aldatıp duruyorum. Araya birşeyler giriyor, sonra yazmaya geri dönemedikçe dönemiyorum ben; ha şimdi, ha birazdan derken bir bakıyorum, günler geçmiş… Velhasıl, tilkinin dönüp dolaşacağı yer derler, değil mi? :) Benimki de o hesap oldu… Yazmaya başladığım günden itibaren – bu arada, şaka – maka 4 seneyi devirmişim – hayatımda birçok güzel olaya önayak olan “Demetoloji” benim tam anlamıyla kendimi bulduğum bir yer; sanal bir olay gibi gözükse de benim ruhuma kattıkları tartışılmaz – o yüzdendir ki gücüm yettiğince, imkanım elverdiğince hep buralarda olacağım… Şimdi bunları da niye yazdım durup dururken bilmiyorum; herhalde araya uzun zaman girince duygusala bağladım :)) Neyse, sileyim gözyaşlarımı :p Yazamadığım zamanlarda bol bol Instagram’ da…
Maksat Muhabbet Olsun # 2
Aslında arayı bu kadar çok açma niyetinde değildim… Lâkin bazen bir nokta koyunca insan, ardından gelecek cümleleri kuramıyor; hele de zaman geçtikçe… Burası benim çocukluk arkadaşım gibi oldu… Bundan 4 sene önce yine bir Ramazan ayında başlamıştım yazmaya; o gün bugündür tilki – kürkçü dükkanı misali döner, dolaşır, soluğu yine burda alırım :) Hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biridir blog yazmak; “iyi ki” lerimin belki de en başıdır diyebilirim. Her ne kadar son zamanlarda satırlara yansımam eş zamanlı ol(a)masa da hep buralardayım ben… Sanırım akşamları işten eve geldiğimde artık eskisi gibi bilgisayar açmamam, yazmamamdaki en büyük etken. Akıllı telefonlar, tabletler hayatıma girdiğinden beri mobil takılmanın pratikliği daha çok keyif verirken bazı şeyleri de sekteye uğrattı ister istemez… Zira tablet ekranından birkaç cümle yazmak kolay ancak böyle destan yazamıyorsun :)) Eh, bir cümle yazıp blog yazdım demek de benim tarzım değil :)) Bilen bilir… Bir dönem her gün yazı yazma kıstası…
Maksat Muhabbet Olsun # 1
Bugün bir blogger organizasyonuna davetliydim. “Evet, buna gidebilirim… Evet, evet, gidebilirim” deyip kendimi gaza getirerek iş çıkışı davete katılma planı yapmışken ben, şansıma bugün İstanbul’ da trafiğin kilitleneceği tuttu; şu meşhur konser sebebiyle! 10 dakikada gittiğim yolu 1 saatte gidince tahmin edersiniz ki sonuç yetişilemeyen bir organizasyon oldu. Servisten inince savaştan çıkmış bir haldeydim zaten, araç içerisinde yaptığımız dur-kalk’ lar Perşembe’ nin bonusu oldu. Neyse, sağlık olsun, başka bir organizasyona inşallah… Gerçi çalışırken neye nasıl yetişeceksin ki! Ben neredeyse her akşam gözlerimi ovuşturarak dikiş makinesinin başına geçmesem veyahut birşeyler tasarlamak için kendimi oturduğum koltuktan kazımasam, hayatım sadece iş ve ev arasında dokuduğum mekikten ibaret olacak. Gerçi her akşam aynı başarıyı gösteremiyorum, orası da bir gerçek. Bazen öyle oluyor ki; uyuklarken saçmalıyorum, bazen de ne yapacağımı bilemeyip daldan dala atlarken o gün hiçbirşey yapamadığımı fark ediyorum – hazin son :)) Biz çalışanların günü sadece ofis içerisinde bulunduğumuz zaman demek değil ki;…
30 Yaştan Bildiriyorum :)
Geçtiğimiz haftasonu dolu dolu geçip de dinlenmeme pek fırsat kalmayınca haftaya yorgun başladım. Her ne kadar Pazartesi eşittir sendrom, iş yoğunluğu, kafa kaşıyamama durumları demek olsa da en azından bu seferlik kendimi motive edebileceğim güçlü bir sebebim vardı :) Doğum günümdü; artık yirmili yaşlarla tamamen bağımı kopardığım gündü – aynadaki cüssem pek çaktırmasa da 30’ un içine iyice girmiş, istese de yirmili rakamları tekrar telaffuz edemeyecek biri oluverip çıkmıştım işte :)) Aman, olayı dramatize ediyor gibi mi oldum ne… Üzüldüğüm filan yok, yanlış anlaşılmasın. Sadece bundan 10 sene kadar önce 30 yaşında olmanın çok büyük birşey olduğunu düşünürdüm, geldim, baktım, öyle de değilmiş. Kandırdınız beni :)) Yine ben aynı benim işte; aynı çatlak fikirler aklımdan geçiyor, hala zıplayasım, koşup atlayasım var :) Önemli olan insanın hissettiği yaş derler ya, hakikaten öyleymiş, yıllar geçtikçe bunu daha net anlıyorum. Ben henüz 20’ lerde hissediyorum zaten kendimi; gerisi de boş sanırım… Tipimi fotoğraflarda…