Bu yazı, bu başlık altında daha önce yazdığım yazının devamı olması niteliği taşıdığından; yazının ilk bölümünü kaçıran arkadaşlarımın öncelikle buradan ana fikri kapmaları şiddetle tavsiye olunur :) İnsanın aldığı kararları uygulayabilmesi için bazen yazması gerekiyor sanırım. İlk yazımı yazdığımda bilerek ve isteyerek kendimi baskı altına almıştım, yoksa bu işin içinden çıkabileceğimi düşünmüyordum… Bir bahaneydi belki de ama hayırlı bir şeye vesile olacaksa tüm bahaneler böyle sudan olsun, değil mi? :) “Yolu yarıladım” diyeyim öncelikle… İlk yazımı yazdığım günden bu güne aldığım tablet dışında ve birkaç ekstrem şey dışında kredi kartlarına elimi sürmedim. İlk başlarda zor bir süreçti, ne yalan söyleyeyim; çünkü şartlar insanı öyle bir hâle getiriyor ki hiç farkında olmadan kredi kartlarına bağımlı bir hayatımız oluyor. Zaman geçtikçe bu döngü iyiden iyiye kısırlaşıyor ve hesaptaki parayı göremeden, ona dokunamadan geçiyor ömrümüz… Tabii bu esnada cüzdanınızda olan kredi kartına bankalar tarafından sağlanan avantajlar da gözünüzü boyamıyor değil :) Taksit insanın…
Bugünlerde Demet
Yazı yazarken giriş cümlelerini bulmakta zorlanıyor – kafası çok dolu sanki… Haksız da değil hani; sürekli plân-proje peşinde beyin fonksiyonları… Evinde yılbaşı havası estirmek için ucuz maliyetli neler yapabileceğini irdeliyorken; Bir yeni yıl çekilişi yapası var blogunda ama ne hediye vereceğini bilmiyor… Sonra… Yeni yeni ürünler tasarlayıp yeni bir isimle duyurmak istiyor… “Artık kendin için üretmeyi durdur” diyor kafasının içindeki ses… Düşünüyor, çok düşünüyor,… “Yetişebilir mi acaba?” diye tartıyor bir yandan da… Bu aralar böyle… Hayatına dair kurallar belirliyor, sınırlar çiziyor,… Kredi kartsız hayatına kısa bir süre kalmasının heyecanını yaşıyor bir yandan… Daimi olarak vermesi gereken o 1 kiloya 1 kilo daha ekliyor ve artık 1+1=2 kilo vermek istiyor :) Hala 34 beden giyse de kendini kilolu hissediyor bu aralar nedense… “Evrenden Torpilim Var” kitabını ikinci kez okumak istiyor fırsatını bulup, onda yeni bir şeyler keşfedeceğine dair büyük bir his var içinde… Bol bol cam şişe topluyor, ne yapacağını bilmeden…
Eller Yukarı, Oylar Aşağı :)
Bugün çalışırken şirketin toplu e-mail adresine düşen bir mesaj beni hem şaşırttı, hem de düşündürdü… “Bu ne ola ki!” diyerek mesajın başlığına tıklamamla karşımda Blog Ödülleri yarışmasına katılan bir blog sahibini bulmam bir oldu. Oy istiyordu anlayacağınız :) “Vallahi, bravo!” dedim içimden; yarışmada derece almak için canla başla çalışıyor. Üşenmemiş, internetten mail adreslerini bile taramış, hiç tanımadığı, bilmediği firmalara teker teker mail atıyor… “İyi de” dedim sonra… Bu şekilde oy toplayarak birinci olsa ne olacak ki?! Bu durumda, o blog bahsi geçen kategorideki en iyilerden biri mi addedilecek? Peki, çok çok iyi yazan, kaliteli paylaşımları olan ama sesini onlar gibi duyuramayan diğer bloglar? Onlar da mı aynı yolla kitlelere mesajlar atmalı, SMS’ ler yollamalı? Oldu olacak, kampanyalar düzenleyelim :) Tıpkı Pis Yedili dizisinin dünkü bölümünde olduğu gibi :)) – İzleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Bilmiyorum… Doğru olan yöntem bu mudur? Kafam çok karışık halk oylaması ile yapılan yarışmalarla ilgili… Ben…
Esiyor İçimde Aralık Rüzgârı…
Henüz Kasım ayındayız ama ben ruhen Aralık ayında hissediyorum kendimi… Biliyorum, biraz erken başladı esintiler bu kez :) “Vitrinler de bir süslenemedi, gitti” nidalarında internette bakındığım yılbaşı dekorasyon fikirleri ile avutuyorum kendimi bu aralar… Sonra da hayallere dalıyorum :) Pek severim Aralık ayını zaten; hatta yılın en sevdiğim ayı desem diğer aylar gücenmez bana, değil mi? :) Kim içinde kendi doğumgünü olan ayı favorisi yapmaz ki zaten ;) Hem kış mevsiminde doğum günü çocuğu olmanın havası da bir farklı; tüm yeni yıl süslemeleri sanki benim için yapılıyor gibi her sene :)) Alınacaklar, yapılacaklar… Yine bir sürü şey çıkardım kendime; hepsine yetişebileceğim de yok ya neyse :) Maksat ruhum doysun yeni yılın coşkusuna… Seviyorum ben yeni yılın renklerini, süslemelerini, o havayı solumayı *-* Hediye almaya-vermeye bir vesile çıktığı için bile sevebilirim bu günü :) Hem yeni bir başlangıç, yeni ümitler, yeni dilekler, moral-motivasyon oluyor… Eh, hayatı da zaten böyle “detaylar” yaşanılası…
Nescafe’ nin Hazır Türk Kahvesini Denemiş miydiniz?
Türk kahvesinin benim için yeri çok farklı… Üniversite yıllarında staj yaparken başlar muhabbetimiz… Demiştim ya daha önce; Alsancak – Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerindeki kahve falcıları ile pekişir aşkımız… Ofis ortamında çalışmanın en güzel yanı bu olsa gerek. Hatta her Türk kahvesi içtiğimde “Çalışmanın en çok bu dakikalarını seviyorum” moduna girerim :) Gerçi son bir senedir bu keyfi yapabildiğimi söyleyemeyeceğim ne yazık ki… Sebebi malûm; Türk kahvesi, çalıştığım şirket içerisinde yasaklanan içecekler listesinde. Benim gibi bir kahve tiryakisi için ne acı haber, değil mi? Alışamadım bu duruma tabii… Kriz anında en yakın pastaneden şirkete bir fincan Türk kahvesi siparişi verdiğimi yalanlayamam :)) O da benim kendi yaptığım tazecik mis kokulu, köpüklü kahvelerin yerini tutmadığından pek tercih etmem aslında; bazen o kadar acı olur, bazen de şekerini o kadar fazla kaçırırlar ki; o sinirle gidip onları mutfaktan atıp kendime kahve yapasım gelir :)) Tek çözümün akşam eve gitmek ve yemekten sonra ilk…
Haftasonundan Bir Demet
İnsan çalışınca Cumartesi – Pazar günlerinin kıymetini daha iyi biliyor. Ben ne zaman harcadığım saatlerin muhasebesini yapar oldum, ne zaman haftasonu kırıntılarından maksimum faydalanmaya çalışır oldum; hatırlamıyorum. İzmir’ deyken böyle değildim ama; onu çok net biliyorum :) Belki İstanbul’ un trafiği, yoğun temposu; belki zaman içerisinde genişleyen sorumluluklarımın çapı; belki 30 yaşına dayadığım merdiven; belki de bunların hepsi… Evet, bunların hepsi mahvetti beni dermişim :))) Tüm bu psikoloji çerçevesinde, Cumartesi günleri çalışmıyor olmamı bana bahşedilen bir lütuf olarak görüyorum. Mesai saatlerini de aslında 18.00’ den 17.00’ ye çekseler fena olmayacak ama neyse :)) Farklı firmalarda Cumartesi çalışmanın hazzına (!) vardığım için halime şükretmem gerektiğini çok iyi biliyorum *-* Böyle bir hazza şu an itibari ile nail olanların da tez elden bu duygudan men edilmesini can-ı gönülden diliyorum ;) Nasıl ki haftaiçi her akşam erken yatacağıma dair kendime söz verip de uygulayamazsam, haftasonu da erken uyanmak için kendime söz verip, sabah…
Bir Elbise Hikâyesi
Cumartesi günü Mecidiyeköy’ de mağazaları gezerken mor renkli örgü bir elbise kestirdim gözüme… “Alsam mı, almasam mı?” arasında gidip gelirken renginin mor olması gönlümü fethetti ve bayramda yeni bir şey giymiş olayım niyeti ile kendi kendime verdiğim cevap tabii ki “Alayım bari” oldu :) Aslında hoşuma giden iki tane elbise vardı ama kasadaki genç kız o mağazada yeni çalışmaya başladığından sanırım, benim gibi sadık bir müşteriye nakit ödeme yaptığım halde ve talep etmeme rağmen indirim yapma nezaketinde bulunmayınca ben de içlerinden sadece bir elbiseyi almaya karar verdim. İyi ki de bir elbise almışım; yoksa yaşayacağım sinir harbi çok daha büyük olacakmış. Şöyle ki; Fotoğraflarda üzerimde gördüğünüz mor elbisenin fiyatı 30 TL idi. Üzerimde nakit bulunduğu halde tekrar banka kuyruğuna girmemek için banka kartımı uzatarak kasadaki kızın ordan nakit çekmesini istedim. Ben pos makinesinde şifremi girdikten sonra yanıt vermediğini söyleyince bir-iki denemeden sonra diğer banka kartımı uzattım ama tekrar aynı yanıtı…
Cee eee! Ben Geldim :)
Dün akşam eve geldik. Yoğun trafikle bir saatlik dönüş yolunu iki buçuk saatte gelerek İstanbul’ a “MERHABA” dedik :) An itibari ile de benim için bayram havası sona ermiş oldu… Kendi akrabalarımın çoğu İzmir’ de olduğundan dolayı, bayram ziyaretlerimiz eşimin akrabalarını ziyaret etmemizle noktalandı. Bundan sonra, bayram tatilinin geri kalanı benim için evde mutfakla, hobi odasıyla geçirilecek anlardan ibarettir :) Zaten fazla da birşey kalmadı; yarından sonra tekrar işbaşı yapıyoruz – Biz’ li olarak konuşuyorum ama siz tatili izinlerle uzattıysanız tabii ya da Perşembe ve Cuma gününü de size tatil olarak bahşeden bir firmada çalışıyorsanız bu grup içerisinde değilsiniz, ne mutlu size :) Gelir gelmez, komik bir bayram anımı da sizinle paylaşmadan edemeyeceğim; zaten aklıma geldikçe hâlâ gülüyorum :)) Benim eşim; yani sizin bildiğiniz “koca koca” çok zor uyanır; onu sabahları yataktan kaldırmak gibi bir işkence bilmiyorum. Alarmın sesini bir kere duymamla gözlerini açan ben, bazen onun için davul çalmak…