Sırf şu zamana kadar kardeşimin düğününden bir kişi de benim fotoğrafımı eklesin diye bekledim, durdum :) İşte, beklediğime pek de değmedi, topu topu iki fotoğraf ulaştı elime – görebildiğiniz kadarıyla idare ediverin lütfen *-* Bu hâllerdeydim: Arkası uzun, önü kısa siyah straplez bir elbise – eşimin öğrenci yakası diye nitelendirdiği incili bir yaka ve siyah tül eldivenlerimle… Ha, bir de unutmadan; iki kez kuaförde yapılmış saçlarımla *-* Şu fotoğrafta sahneye çıkıp oynadığım düşünülmesin – zira ben düğünlerde hiçbir zaman iddialı göbek atan bayanlardan ol(a)madım, hatta oynamam bile – orda kardeşim olması vesilesi ile uzaktan sessizce alkışlama modunda olan bir görümceyim sadece :)) Not-1: Bu bir kombin fotosu olmadığından, zaten öyle şeyleri de kırk yılda bir yaptığımdan; ne nerden diye birşey yazma girişiminde bulunmuyorum ama merak ettiğiniz varsa sorun, söylerim :) Not-2: Yine bir kuaför krizi yaşadığım bugünde artık özel günlerde bile kendi saçlarımdan vazgeçmeme kararı almış bulunuyorum – Nokta :)
Ellerimde Çiçekler
Korudan kalan çiçeklerimi de ekler, aralara birer “Demet” serpiştirmeyi ihmal etmeden herkese renk dolu bir haftasonu dilerim : ) Keyfiniz, huzurunuz eksik olmasın.
Evde Tek Başına
Gün boyu evde olmak benim için üç öğün Türk kahvesi içebilme keyfi, bazen de yanında fıstıklı çikolata ile bol torpilli dakikalar demektir :) Beş gün kadar kafamı dinledikten sonra yarın tekrar işbaşı yapıyor olmak, bir yandan günlerden Pazartesi gibi gelirken bana, diğer yandan Perşembe sendromu yaşamama sebebiyet veriyor :) Uykumu alıp dinlendiğim; iki yeni elbise aldığım; rengârenk keçelerime kavuştuğum; mutfakta normalden fazla vakit geçirirken yoğurt, nane, salatalık, dereotu ve ceviz karışımından uyduruk ama lezzetli bir tat keşfettiğim; örgü makarası ve dikiş makinesi arasında gel-git yaşadığım; vakit bolluğundan nereye konacağımı bilemediğim; evden dışarı çıkacağım diye diye koca beş günün tamamını neredeyse pijamalarla geçirdiğim, mümkün mertebe bilgisayarı açmamaya özen gösterdiğim, başlarken gözümde büyüttüğüm tatil sürecininin biterken aslında yine çok kısa olduğuna kanaat getirdiğim, kendimle başbaşa olsam da sıkılmaya pek vakit bulamadığım bir süreçti… Tekrarını artık kısmetse şehir dışında yaza yapacağım ümidi ile artık normal rutinime dönme zamanı diyorum – Eh, ne de…
Rapunzel’ in Kıvırcık Çakması mıyım Ben? :)
Ohh bee, dünya varmış. Hayat uzun uzuuuun saçlarla ne zor… Rapunzel’ in kıvırcık çakması değilim elbette. Buklelerim var diye sonsuza dek onları taşıyamam ya; arada birbirimizden ayrı kalalım, özleyelim birbirimizi; yanlış mıyım? Vallahi başım kaldırmıyormuş, iyi oldu bu. Hafifledim, gerçekten hafifledim. Genelde bu tabir zayıflayan insanlar tarafından kullanılır, değil mi? Eh, ben de bir nev’ i o grupta değerlendirilebilirim sanırım; saçlarının gramajında küçültmeye giden biri olarak :) Geçen hafta bir buhran anında makasla buluşturdum saç tellerimi… Pişman değilim ama, hele saçlarımı yıkamak, jölelemek, kurutmak için harcadığım zamandan elde edeceğim tasarrufu düşündükçe öyle keyifleniyorum ki… Kendimi bildim bileli uzun saçlıyım ben… Ortaokuldaydım yanlış hatırlamıyorsam; sadece o zaman bir kere radikal bir adım atarak belime kadar olan saçlarımı kulak hizasında kestirmiştim :) Yerden toplanıp üçe ayrılarak kuaför çalışanları arasında pay edilen saçlarım gözümün önünden gitmez :)) Tabii o esnada saçlarımın neden kapış kapış gittiğini anlamasam da, içimden onların deli olduğunu düşünsem de…
Erken Başlayan Cumartesi Günü
Haftanın en geç uyandığım günü Cumartesi’ dir; diğer anlamı ile en tembel günüm, daha başka bir anlamı ile en yaratıcı günüm, çok daha başka bir anlamı ile en ev hanımı günüm :) Hepsinin bir araya geldiği bu tatil günü, haftanın en sevdiğim günlerinden biri olmakla beraber tüm uykusuzluğumu dindirdiğim saatleri bana sunması itibari ile de pek sevilir tarafımdan :) Yalnız geçtiğimiz Cumartesi günü ne olduysa saat 08.00 gibi uyandım, normalde tekrar uykuya dalmam, birkaç saat daha uyuyayım diyerek saatin 12.00 yi geçtiğini görmem ve yapılacaklar listesini elden geçirmek için yataktan hızlıca fırlamam lazım. Dürttüler beni o sabah :) En güzeli daha fazla uykuya teslim olmamak ve günü dolu dolu yaşamaktı. Kolay geçmiyor ele böyle dinç dakikalar; yakaladım mı peşini bırakmamalı ;) Gerçi benim Cumartesi gününe erken başlamamın sebeplerinden biri, hatta belki de teki, Cuma gecesi erkenden koltukta uyuyakalmam diye düşünüyorum; ki saati en son gördüğümde 21.00 civarı birşeydi :) O…
Sinir Olasım Var! Eh, Ne de Olsa Burası İstanbul :)
Bazen dikkat ediyorum da gün içerisinde genelde benzer şeylere sinir oluyorum. Sinir olduğum şeylerin değişeceği yok aslında, ben değişsem fena olmayacak ama elimde değil. Görmezden gelmeye çalışsam da batıyor bir yerden elbet; dedim ya sinir olasım var! Yolda yürürken onca kalabalık içerisinde ne sağa ne de sola geçme şansımın yüzde bir ihtimalde olduğu dakikalarda hele de acelem varsa – ki genelde olur; dedim ya, burası İstanbul :) – önümde yürüyen insanın pat diye aniden durması. Ben adama inme mi geldi diye endişe içerisinde bakarken onun vurdumduymaz şekilde ellerini ceplerine sokup birşeyler araması, yürüsem mi yürümesem mi kararsızlıkları eşliğinde bir ileri, bir geri bana yaşattığı ölümcül saniyeler… Adam dediğime bakmayın; birbirleri ile daimi olarak muhabbet eder halde olan bayanların da kendileri yetmiyormuş gibi koca kocaaaa poşetlerle yoldan geçiş hakkını ellerinde tutmaları da favorilerim arasında :) Aslında yine bunlar zararsız… Bir de zehirleyenleri var :) Ellerinde sigaraları, kendilerini İzmir’ in Kordon’ unda…
Bugün Yemek Yok
İzmir’ e gittiğim zaman Kemeraltı’ nda dikkatimi çeken mutfak önlükleri üzerlerindeki çarpıcı mesajlarla beni benden aldı ve içlerinden kendimce en esprili bulduğum bir tanesini kaptım; “Bugün Yemek Yok” Normalde yemek yaparken mutfak önlüğü kullanma alışkanlığım yoktur; bu önlüğü sadece yemeğe çağırdığım misafirlere muziplik olsun diye ve tabii öncesinde birkaç komik fotoğrafla sizi güldüreyim diye aldım :))
Sohbet Muhabbet
Oooo, herkes tatillere gitmiş, boşlamış buraları, Çeşme’ lerden, Bodrum’ lardan sesler daha bir yükselir olmuş :) Ne o; ben tatile gidemiyorum diye nispet mi yapıyorsunuz bakayım :)) Öğretmen değilim ki; şöyle iki ay tatilim olsun, senemi de doldurmadım ki daha çalıştığım iş yerinde, en azından bir hafta kaçamak yapabileyim… Zor bir yaz olacak, belli, belli. Artık ben karınca misali çalışır, haftasonu tatilleri ile kendimi avutur dururum… Neyse ki yakınlarda Ramazan Bayramı tatili var da ucundan iki-üç gün; züğürt tesellisi gibi ona sarıldım ben de :)) Sonra Ekim’ in 18’ ine kadar dişimi sıkarsam; 14 iş günü yıllık izini hak etmiş oluyorum *-* Az kalmış, değil mi? Saydım biraz önce, tam 105 gün. Az kalmış deyin, az kalmışşş… Şu an deniz kenarında güneşlenemeyenlerle sohbet edelim biz de madem. Eğer siz bol güneşli bir tatil yüzünden bu yazıyı rötarlı okuyanlardansanız, hemen şimdi bir aynaya bakın, yanık teninize iltifat edin, dinlenmiş bedeninizi kucaklayın…