Pazar günü eşim ve kardeşimle beraber İstinye’ ye gittik; benim amacım Canon’ u biraz gezdirmekti aslında :) Kardeşim de makinesini getirince oldu mu size iki tane fotoğraf makinesi *-* Umduğumdan daha da süper ötesi :)) Tahmin ettiğiniz gibi, kardeşim benim fotoğraflarımı çekti; ben de onunkileri :)) Yalnız kardeşim Canon’ una eklediği yeni lensle benim artık taşıyamayacağım bir fotoğraf makinesi yapmış kendisine :)) Neyse, ben kendi minik lensimle mutluyum; fotoğraf çekmeyi işkenceye çevirmeye gerek yok hem, değil mi? :p :)) Önce, kardeşimin objektifinden BEN; Benim objektifimden KARDEŞİM; Bu da hayali fotoğrafçı KOCA :))
Mavi Çizgili Peçetelerim Var Benim…
Esse’ den aldığım peçeteler hiç aklımda yokken elimdeki renkli fistolarla birleşir; 4’ ü mavi, 4’ ü sarı… Peçeteleri yine Esse’ den aldığım minik kova içindeki pembe renkli Euroflora çiçekleri ile kombinlemek istediğimde ise o çiçeklerin yaprakları yetişir imdadıma; çok da güzel olur ayrıca… Tek kullanımlık olan bu peçeteler için ayaküstü yaptığım fistolu bantlar, minik kovasının içindeki çiçeklerle öyle de güzel uyum sağlar ki beyaz üzerinde mavi ve fuşya pembesini bir arada görmek sanki bol çiçekli bir bahçede ya da sahil yakınlarında bir yemek daveti veriyormuşum hissiyatı uyandırır adeta bende. Ve son esnada aralarına katılan beyaz mumlarım; çevrelerine sarılan mavi fisto ile nasıl da romantik oluverdiler birkaç dakika içerisinde… Bir yandan çok mu abarttım diye düşünürken, diğer taraftan mavi bir de runner örtüm olsaydı şuraya serecek diye iç geçiririm :) Sonra kendi kendime gülerim: “Ortada yemek yokken masa dizayn eden tek varlıksın, bravo sana Demet” derim *-* Bazen nasıl olursa planladığınız…
Fotoğraflarla Geçtiğimiz Pazar
2 haftada 3 kilo vermiş eşim – sakın inanmayın; Dumanı üzerinde közde mısırlar – ımmmm, nefiss; Anadolu Yakası’ na minik bir deniz yolculuğu – rüzgarlı ve sallantılı; Denizde renkli balonlar – neşeli; Üsküdar’ da gün batımı – yanında içilemeyen çay; Kız Kulesi – tüm görkemiyle; Kız Kulesi ve sevgilinin eli – favorim; Sevgili – beni düşünüyor; Fiyonklu tacıma biraz ürkek bakışlar; Fiyonklu tacımla beni görmeyenler; buraya ;)
İzmir Seyahatim | İkinci Gün
Aslında bu yazıyı dün gece hazırlamıştım ancak ne olduysa yazım puf oldu :) Uzun yazılarımı önce Notepad ya da Word’ de hazırladığım için yazdıklarımı kaybetmedim neyse ki ama fotoğraf düzenlemelerini baştan yapmak gözümü korkuttu. En iyisi sakin kafa ile yazımı tekrar oluşturayım dedim :) Eeveett, nerde kalmıştık… Pazar günü İzmir’ in sıcağını unutup kendimi bir hevesle sokağa attım. Torbalı’ dan başlayan kısa gezim Sarnıç’ ta hızlı tren ile tanışmamla devam etti. İstanbul’ daki metrobüs gibi birşey, adını değiştirmişler sadece :)) Alsancak’ a yarım saatte ulaştım ama; büyük fark :) Eskiden neredeyse her gün adım atmadan geçmediğim Kıbrıs Şehitleri Caddesi ile iki yıl sonraki buluşmam bana kendimi garip hissettirdi. Sanki dün oradaymışım da bugün yine gelmişim gibi… Pek değişiklik yoktu cadde üzerinde. Birkaç yeni mağaza, restoran dışında herşey aynıydı. Yalnız hava o kadar sıcaktı ki; annemle mola vere vere bir hal olduk. Bol mola; bol su, bol çay, bol soğuk içecek…
İzmir Seyahatim
Derken kaç gündür yayınlanması planlanan yazımı bir türlü toparlayamamışım. Neredeyse tekrar İzmir’ e gideceğim :)) Ikea kumaşlarımın hasreti ile blogumu güncellemeye fırsatım kalmadı; ki daha dönemediğim birsürü yorumunuz var. Ne diyordum… Geçtiğimiz Cuma günü işten çıktıktan sonra kendimi apar topar Kamil Koç’ un otobüslerinden birinde buldum. Rahat Hat olmasını özellikle tekli koltukta yolculuk yapmak için istiyorum; o nedenle bir sonraki otobüste yer bulamayınca erkenden yollara döküldüm. Hal böyle olunca tabii; işten çık, koşa koşa eve git, bir önceki günden hazırlanmış valizini kap ve otobüs terminaline yollan şeklinde bir maraton yaşadım. Eşim işyerinden izin alamadığı için beni sadece yolcu etmekle yetindi. Her ne kadar gönlüm onu yalnız bırakmaya elvermese de karışık duygular içerisinde İstanbul’ a kısa süreliğine veda edip bir yanımda Canon fotoğraf makinası, bir yanımda boyun yastığı, ayaklarım elbette ayakkabısından çıkarılmış şekilde sallanarak, yaklaşık 9 saat kah uyumaya çalışıp kah karşımdaki minik TV ekranını (örnek yukarıdaki görsel) kurcalayarak vakit geçirdim.…
Nazlı Kız :)
Ben İzmir’ e adımımı atar atmaz, önce ürkek bakışlarla beni süzen, fotoğraf makinemi gördüğünde ise bol bol poz vermekten çekinmeyen bir şirine buldum :) Adı Nazlı; dayımın kızı olur. Tatilimin büyük kısmı onunla oynayarak geçti desem :)) Hatta İzmir’ den gelince eşime ondan o kadar çok bahsetmişim ki; İzmir’ i gezdiğimden şüphelendi :) O zaman bu küçük hanımla geçirdiğim zamanın şanına yaraşır bir sayfa açalım Nazlı Kız’ ımıza :) Gelin, size Nazlı’ nın fotoğraflarını göstereyim ;) Aslında fotoğraflar bu kadar değil elbette :) Bu sevimli kızın o kadar çok fotoğrafını çekmişim ki; makineme doydum nerdeyse :)) Böylelikle, Deren Bebek’ ten sonra Nazlı ikinci bebek yıldızım oldu benim :) Not: İzmir’ de çektiğim fotoğraflar devam edecek; korkmayın, sadece Nazlı Kız’ ı çekmedim canım :))
Eller, Eller
Haftasonundan…
Havaların güzelleşmesini fırsat bilip mini bir piknik düzenledik geçtiğimiz haftasonu; ancak İstanbul halkının hepsi mi bu fırsatı bekliyordu bilinmez, neredeyse bir saatimiz orman alanında boş masa aramakla geçti… Sonunda pes edip yere oturan bizimkilere ise ottan, böcekten huylanan biri olarak ne yazık ki eşlik edemedim. Zaten çantamın üzerinde gezinen bir böcek saatlerce kaşınmama yetti de arttı bile :)) Olsun, benim böyle durumlar için bir B planım her zaman vardır :) Başıma geleceği bildiğim için, hehe :D Tahmin ettiğiniz üzere imdadıma Canon’ um yetişti. Yalnız ağaçların arasında objektifinize sürekli yeşilliklerin takılması bir noktadan sonra sıkıcı olabiliyor; sanki aynı karenin üzerinden ezber yapar gibi :)) O yüzden biraz harekete ihtiyacınız olması an meselesi :) Onu da çözdüm, çok şükür *-* Nasıl mı? İşte böyle;