Bugün Beşiktaş’ a gittik; şu malum tozlukların üzerindeki alarm cihazını söktürmeye :) Adil Işık’ ın kapısından içeri girince alarmla beraber ötmek biraz rahatsızlık verse de; hırsız damgası yemeden hallettik neyse ki :D “Affedersiniz, kasiyer arkadaşımız unutmuş” diyerek o gıcık sesten kurtardılar beni :))Demiştim ya, Beşiktaş’ a kadar gitmesek de olurdu ama bahane benimki, gezmek için tabii ki :) Adil Işık’ ta işimizi halledince eşimi o ayakkabıcıdan bir diğerine sürüklerken içime sinen siyah bir topuklu buldum – ne zamandır arıyordum laf aramızda :) İşyerinde giymek için baktığımdan çok yüksek topuklu olanlara içim gitse de birkaç kez giyip hevesimi aldıktan sonra rafa kaldıracağımı bildiğimden onlara hiiiç yanaşmadım. Bu ayakkabılar hem ayakta zarif duruyor, hem de çok yüksek topuklu değil; fiyatı da uygundu; 50 TL – Beşiktaş Çarşısı’nda bir ayakkabıcıdan aldık. Ayakkabıcının dediğine göre bu model Türkiye’ ye bu Cumartesi gelmiş, çok fazla görebileceğim bir model değilmiş :) Aslında ben daha önce bir yerde görmüştüm bu ayakkabıların…
Bir Beşiktaş Alışverişi :)
Bu sabah dişçi ile randevum vardı; neyse ki sondu ve kanal tedavisi bugün itibari ile tamamlandı :) Şükürler olsun! Artık ağzımın diğer yarısını da kullanabiliyorum!! Şu son bir ay dişimin önemini o kadar iyi anladım ki; 29 senelik ömrü hayatımda ilk kez dişine dolgu yaptıran ben tedavi boyunca ağzımı aralıksız açık tutmanın ne felaket birşey olduğunu an be an kayıtlara geçirdim… Ahh, ahhh… Ömrümden ömür gitti resmen… Allah herkesi beterinden korusun!Gittiğim hastahane (Dentistanbul) Beşiktaş’ ta olunca dişime kavuşmanın verdiği mutlulukla kendimi Beşiktaş Çarşısı’ na attım sonra :))İlk girdiğim mağaza Adil Işık oldu, aynı zamanda da sonuncusu :)) Çünkü ben dokunduğumu almaya başladığımı hissettiğim an, elimde koca bir poşetle mağazayı terk ediyordum ve çiseleyen yağmuru da bahane edip hemen evin yolunu tuttum :)Aslında bu yazının başlığı “Bir Mor Alışverişi” olmalıydı; çünkü elim hep birbirine yakın tonlara gitti bugün… Kasadaki bayanlar da “Aaa, ne güzel renkler almışsınız” deyince “Mor benim rengim” deyiverdim…
Günlerden Cuma İmiş :)
Bu sabah kendiliğinden altı civarı uyanıp ne de olsa günlerden Cumartesi diye büyük bir mutlulukla tekrar yatan, ardından alarmın çalmaya başlaması ile suratına vuran acı gerçekle dünyanın en mutsuz insanı olarak güne başlayan o kişi benim :) O mutsuzlukla “Ben de bugün servise binmem işte, onbeş dakika fazladan uyurum, oh olsun!” diyen de benim :)) İnsanın zihni sabah sabah hınzırlıklar peşinde koşunca böyle oluyor işte… Neyse ki çok uzun sürmedi de gerçeği idrak edebilmem; mesaiye yetişebildim, hehe :Dİtiraf ediyorum; böyle zar-zor kalktığım sabahlarda yataklarında mışıl mışıl uyuyanları çooook kıskanıyorum :)) Ve ısrarla arada yerlerimizi değiştirmeyi teklif ediyorum :)) Eminim değişiklik her iki tarafa da iyi gelecektir *-* Sıkılıyor bazen canım insan rutinden; kurulu oyuncak misali on adım atıp geri döner gibi… Ben uzun süre masa başında da oturamıyorum zaten, arada kalkıp dolaşmam lazım; sırf bunun için iş yerinde masamda su şişesi bulundurmuyorum desem yeri :)) Öğrencilik yıllarımda sözel sınavlara bile…
Günlerden Nezaket…
Öyle bir gün mü vardı yahu? Yoktu, yoktu; telaşlanmayın… Ben ekledim, oldu :)Bugün Perşembe değil günlerden, “Nezaket”. Kulağa daha hoş gelmiyor mu hem? Nezaket olsun bugünün adı; Ve günlerce attığı mesajlarla beni ekstra çalışmaya iten o butikten en azından bir teşekkür mesajı alayım… Ürünlerden satın alma noktasında vazgeçse bile olsa en azından bunu yazabilsin, göstersin o cesareti…Ne var ki canım; sadece bir kelime belki de – “İlgilenmiyorum”, hadi az daha nazik ol, “Teşekkürler, ilgilenmiyorum” yaz yani… Bir dakikanı almaz ki… Bu kadar mı zor? Sanırım bu tarz durumlarda kaçmak daha kolay geliyor insanlara… E, ne de olsa sanal, değil mi?Ne kadar teknolojik olsa da insancıl bir ortam burası; yani en azından ben öyle olduğuna inanıyorum.Evet, elbette hepimizin karşısına nezaket sınırlarını ihlal eden insanlar da çıkıyordur bu alemde; belki de gerçek yaşantımızdan çok daha fazla… Kimileri kimliklerini gizleyerek gayet normal bir şeymiş gibi karşı tarafa yazılı saldırılarda bulunmayı kendinde hak görürken,…
Yeter ki İste!
Ama isterken dikkatli olmak gerekiyormuş :)Tahmin ettiğiniz üzere, yine evrensel-siparişsel mevzulara takıldım ben :)) Okuduğum kitapta yazara gelen bir okuyucu mektubu paylaşılmış. Gerçeklik payı nedir bilemem ama geçen sabah yolda daha ayılamamışken gözüme çarpan bu satırlar beni gülümsetmeye yetti :) Sizinle de paylaşayım, siz de gülümseyin istedim;*********************************************Katharina’ dan…” Dennis adında bir gence aşık olmuştum. Bir gece yatakta yatarken Allah’ a dua ettim: ‘Sevgili Allah’ ım Dennis’ in bana aşık olmasını sağla.’ Bu isteği, tüm kalbimle istemiştim. Tabii tüm bunları isterken dramatik süslemeler de yaptım. Ertesi gün sabah (Gerçekten ertesi gün sabahtı), kız arkadaşım bize geldi ve bana dedi ki: ‘Biliyor musun? Dennis sana aşık, bunu bugün diğer erkeklere anlatırken duydum.’Ama, bizde adı Dennis olan iki kişi vardı! İstekte bulunurken soyadını belirtmeyi unutmuştum! Ne yazık ki, bana yanlış Dennis aşıktı!SevgilerimleKatharina “********************************************* Yeter ki İste – Pierre FranckhDemek ki neymiş? Sadece istemek yetmiyormuş; soyadını da ayrıca belirtmek gerekiyormuş :))Düşündüm de; bu zamana dek bizim siparişler de…
Sevgililer Günüymüş… O da Ne ki? :)
Bu öğlen eşimle aramızdaki telefon görüşmesinden ufak bir kesit;Eşim – Ben sana hediye almadım, bak haberin olsun.Ben – Zaten gerek olmadığını söylemiştim. Neden söylüyorsun ki? :)Eşim – Yok, sonradan ayıp olmasın diye…Ben – Ben de sana almadım zaten. Ayıp filan olmaz :))Aradan 10 saniye geçmez;Ben – Almadım diyorum ama gerçekten almadım, almayacağım, bak :) Alırım diye ümitlenme :DAkşam iş dönüşü;Eşim – Bana hediye almadın mı? :)Ben – Yoo :) Yoksa sen aldın mı?Eşim – Hayır ama ben alırsın sanmıştım :DBen – Eee, insan bari çikolatalı çilek alır da getirir :)) Ben sana demedim mi :)))Eşim – Çantanın içinde ne var?Ben – Hediye nerde?? :D…………………………………….İnsan ister istemez baskı hissediyor üzerinde; altı yıllık bir beraberliğiniz olsa dahi :) Görsel ve işitsel reklamlar o kadar sarıyor ki etrafımızı; sanki onca kırmızı gül yaprağının içinden biz de nasibimizi almazsak suçlu gibi hissediyoruz kendimizi… Velhasıl, ben bu zamana dek hiçbir Sevgililer Günü’ nde zerre parmağımı oynatmadım bu zamana dek…
Bir Pazar Akşamı…
Günün en sevmediğim saatleri… Pazartesi gününe saatler kalmış, daha mesaiden bir saat bile yiyememişiz, kendimizi avutacak tek bir tesellimiz bile yok. Acı gerçek; tam 5 gün aralıksız koşturma; sabah 08.30 – akşam 18.00! Oysa öğrencilik ne güzeldi… Geceleri saatimi kurup sınava çalışmak için uyandığımda bu cümleyi bir gün kullanacağım aklımdan bile geçmezdi :) Her ne kadar dersten kaytaran bir öğrenci olmasam da özgür olmaktı sanırım cazip olan, derslere girmeme lüksünün benim elimde olması… Sanırım insana bu bile yetiyor bazen; o işten sorumlu ama bir anlamda serbestinin olması; yaparsan da yapmazsan da sonuçlarına katlanacaksın.İş hayatında öyle mi peki? Haftanın beş günü -hatta bazen altı gün- bir masada sabit olarak oturup aynı işi yapıyorsunuz, ben bu derse girmeyeyim deme lüksünüz yok yani :D İsterseniz deneyin; anında başka okula postalarlar :))Ahh, ahhh… Pazartesi sendromu işte; insana gençlik yıllarını özletiyor *-* Çocukluk mu demeliydim :pBu haftasonu genelde evdeydim. Genelde diyorum; çünkü dün dişçi ile randevum için dışarı çıktım sadece, bir de bugün markete…
Bir Anı : Kümesin Beyi ~ Gülme Garantili :))
Benim yazmaya olan aşkımı duymayan kalmadı sanırım :) Aslında sadece yazmak olarak adlandırmak hata olur. Beni ben yapan 3 şey var; tasarım, yazı ve fotoğraf. Üçünden birini seç deseniz birini ayırt edemem; her birinin bendeki yeri ayrı ama biri olmazsa diğerleri de olmayacak gibi…Bugün eskilerden bir yazı ile karşınızdayım :) Liseye yeni başladığım yıl, kompozisyon dersinde yazdığım bir anı; okulun dergisine çıkmıştı :) Ben de anıları biriktirmeyi severim; saklamışım dergiyi, bir sayfası dahi yıpranmadan.Hani şarkıcıların hit şarkıları vardır; onunla ünlü olurlar ve yıllar geçse de o şarkı ile hatırlanırlar ya – işte bu da benim çıkış parçam :D- KÜMESİN BEYİ -Ötüyordu o sabah kırmızı gagasıyla. O temiz tüyleri; yumuşacık başıyla nasıl da güzel ötüyordu. İnsanları uyandırmayı çok seviyordu, kümesin beyi.O sabah mıydı? Bu sabah mıydı? Hatırlayamıyorum. Sabahın erken saatlerinde kalkmış, elimi, yüzümü yıkamış, kahvaltımı yaptıktan sonra da canımın sıkılmasını bahane ederek bahçede hınzırlıklar peşinde koşuyordum. Kapının zili çaldı. Meraklı Demet durur mu hiç?…