Bir tane yapıp da durduğum görülmüş mü hiç? Değişik versiyonlarını yapmazsam çatlarım ben, değil mi? :) Birsürü yapıp renk renk asmak vardı duvarlara ama benim “koca koca” pek yanaşmıyor duvarlara çivi çakmaya; kiracıyız ne de olsa… Duvar yapıştırıcıları ile kendimi avutmaya çalışsam da diğer yanım asamadığım çerçeveler için yanmıyor değil hani… Olsun, bunların hiçbiri yeni bir çerçeve boyama ve onu farklı bir amaçla görevlendirme projemi hayata geçirmeme engel değil. Hazır ben boya kokusu ile kafayı bulmuşken zaten bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı. Yalnız siz sanmayın ki ben sadece beyaz boya ile haşır neşir oldum tüm haftasonu. Kahverengi ve kırmızı boyaların da hakkını yememem lâzım. Hele o kendini kırmızı sandıran turuncu renk yok mu; tüm hayallerimi suya düşürdü :))) Ne varsa beyaz renkte varmış; yalnız onu bir kez daha anladım *-* İkinci çerçeve süsleme projesinde olaya biraz daha hakim olarak, delikleri daha fazla olan dantelimsi fistolara ağırlık verdim; ki benim…
Ve Parti İçin Hazırım :)
Yılbaşından kalma parti gözlükleri vardı elimde; hani şu kağıt olanlardan. Her zamanki gibi onları da atmamış, saklamışım :) Ne zamandır aklımdaydı bu gözlüklerden yapmak… Haftasonu elime silikon tabancasını alınca neyi neye yapıştıracağımı şaşırdım resmen :) Bahane ile buna da el atmış oldum *-* Hazır gözlük şablonu üzerine biraz renkli tüy, inci, taş derken geçen yılki doğum günümün balonlarından sakladığım çubuklardan da birine payetli kumaşı sarınca oldu mu size tam teşekküllü parti gözlüğü :) Eh, sonucu görünce kendimi az sonra partiye gidecek gibi hissetmem de kaçınılmaz oldu tabii :))
Renginizi Nasıl Alırdınız?
Kırmızının canlılığıyla mı? Morun ihtişamıyla mı? Turuncunun sıcaklığıyla mı? Yeşilin rahatlatıcılığıyla mı? Yoksa, mavinin huzuruyla mı? Renginizi nasıl alırdınız? Hele bir söyleyin, bakayım :) Ekleme (1) – 27.09.2011 – Bu yazı, yeni yorumlara kapatılmıştır. Sebebi ayrıca açıklanacaktır ;) Ekleme (2) – 29.09.2011 – Sebebi, ayrıca açıklanmıştır ;) Resim, alıntıdır.
Romantik Takı Askısı
Cuma akşamı işten çıkmama doğru aklıma düştü beyaz sprey boya. Hâlbuki çook uzun zamandır aklımdaydı; ben yabancı bloglarda yeni birşeyler gördükçe hatırlıyor, sonra unutuyordum :) Not defterine yazmam bile yeterli gelmiyor bazı şeyler için; gönlüme de yazmam lâzım *-* O kadar çok yapılacak şey çıkarıyorum ki; hangi birine öncelik vereceğimi şaşırıyorum bazen. Zaman zaman da fikirlerimin hepsi beni terk ediyor; memnuniyetsiz haller içerisinde buluyorum kendimi… Neyse ki bu günler, o günler değil ;) En son sevgili Ahu’ nun blogunda yayınladığı not panosu konulu yazıda geçen “sprey boya” kelimeleri bana hatırlattı kendisini ve “Tamam” dedim, “Bu kez unutmak yok, atlamak yok”. Görevime de çok sadığımdır; hemen internette sprey boyaları aramaya koyuldum ve Koçtaş’ tan almaya karar verdikten sonra mağazayı telefonla arayıp stokta bulunup bulunmadığını bile kontrol ettim :) Eşimin “Altı üstü boya” diyerek attığım plânlı-programlı adımlarla dalga geçmesi dahi yıldırmadı beni; ben evde kendimi sprey boya ile harikalar yaratırken hayal etmeye…
Renkli Bir Haftasonu Olsun :)
Daha düne kadar yağmurlardan sıkılmış bir halde yaz mevsiminin bu sene gelip gelmeyeceğini merakla beklerken, güneş biraz yüzünü gösterip de terletince bizleri serinleme telaşına düşüveriyor, oflayıp puflamaya başlıyoruz. Hiç de tatmin olamayız zaten :) Yaz gelir, sıcaklardan şikâyet ederiz; kış gelir, soğuklardan… Bir arkadaşım “Gökyüzüne klima takmak lâzım” demişti de o bile çözüm değil bence :) Vücut ısıları birbirini tutmayan; aşırı üşüyen ve aşırı terleyen kaç tane insan vardır; herkesi mutlu etmek yine ne mümkün :)) Biz bir ofiste avuç içi kadar insan daha ortak noktayı bulamamışken ve yıllardır bunun hiçbir firmada sağlanabildiğine daha şahit bile olamamışken ben… Neredeyse 10 sene! Bırak herkesi kendi haline en iyisi *-* Hem korkarım ben öyle gökyüzüne klima filan takarlarsa; kumandası hiçbir zaman benim elime geçmez onun, bilirim :D Ya ölesiye üşür, ya da eririm ondan sonra :)) Dereceyi yükseltmelerini ya da düşürmelerini istediğimde de “Bu merkezi sistem” derler, otururum aşağı :))) Eh, neyse ki bunun…
Geçmiş Zaman Olur ki…
Bazı kelimeler, bazı nesneler insan hayatında büyük yer kaplar; kimimiz için sıradan bir görüntü ya da basit bir kelime kimimiz için derin anlamlar ifade eder. Geçmişin izleridir taşınan ne de olsa; gizli kutuları zamansızca açan… – – – Kırtasiyede gördüğüm bir kutu pastel boya, spiralli bir defter, kokulu bir silgi,… Bambaşka bir dünyaya yelken açtırır bana nerede olduğuma bakmaksızın… Kim bilebilir ki zaten ben bir defteri evirip çevirirken, kendi çocukluğumun üzerindeki tozları alıyorum aynı zamanda… Hem nereden bileceklerdi; spiralli bir defter benim öğrencilik yıllarımın vazgeçilmeziydi ve o sayfalara 05 uçlu kalemle yazmazsam içime sinmezdi ve kaç defterin sayfasını sadece bu yüzden defalarca yırttım ben :) – – – Okumayı-yazmayı hep sevdim. Hamuruma nereden bulaştı, bilmem – annem bana hamile iken çok kitap okuduğunu söyler, acaba etkisi var mı :) En eskilerden hatırladığım, öğle uykusunu hiç sevmememe ve anneme sık sık uyuyormuşum numarası yapmama rağmen bir yaz günü, karşılığında kırtasiye gideceğimiz…
Eti Cin’lerim Var En Tatlılarından :))
Herkesin Eti Cin’ i olabilir; ama benimkiler gibi asslaa :) Öyle bir Eti Cin ki bunlar; hem tatlı, hem de ye, ye, bitmez olanlarından… Ben sadece bir tane bekliyordum, yavrusunu da kapmış, gelmiş yanıma taa Denizli’ lerden. O kadar mutlu oldum; ki kaptım ikisini de, parka götürdüm baba – oğul :) Öyle de sempatikler ki; kamera karşısında ancak bu kadar fotojenik olunur. Bir fotoğrafınız mı güzel olmaz sizin, hain Eti Cinleeer? :)) Peki, nerden çıktı bunlar, değil mi? Durup dururken gelmişler evime ailecek :)) Aylaaar, yıllaaar önceydi. Bir Eti Cin görmüştüm hayal meyal; öyle güzeldi ki hiç aklımdan çıkmamıştı. Hani ilk görüşte aşk derler ya; bizimki de öyle olmuştu. Tabii benimki o zamanlar plâtonik :) Aşkımı kalbime gömdüğümde ne olduysa yine çıktı karşıma ve o gün öğrendim ki; o şirin Eti Cin’ i dünyaya getiren, benim yakınen tanıdığım, pek çoğunuzun da bildiği örgü oyuncaklar kraliçesi Yasemin Kale’ den başkası değilmiş…
Maçka Parkı’ ndan Bir Demet :)
Fotoğraf çekmeyi sevdiğim kadar, birilerinin de beni çekmesinden büyük keyif alırım. Bu konuda yaşadığım sıkıntılar ise aşikâr :) Kendi fotoğraflarımı çektirecek birini bulamam kolay kolay… Biliyorsunuz :) Bulunca da yakasına yapışırım, öyle kolay kolay kurtulamaz benden o bahtsız kimse artık. Bu kişi de zaten çoğu zaman, eşim olur – hiç söylememe gerek yok ama :)) Maçka Parkı’ nda da elime düştü yine koca koca *-* “Koca” kelimesi bilerek ve isteyerek arka arkaya kullanılmıştır; kanımca koca kelimesi tek başına kullanıldığında kulağa fazla “kaba” geliyor, en azından benim kulağımı tırmalıyor :) Sevmediği bir şeyi bir insana yaptırmak kadar kötüsü yoktur, bilirim. O yüzden sırf benim için katlandığını bildiğim bu fotoğraf çekme işi ona eminim ızdırap gibi geliyordur, dile pek dökmese de :)) Yalnız dile dökülemeyen gerçeklerin de kaç kez fiyasko ile sonuçlandığını bilen ben işini garantiye almak için yüzlerce fotoğraf çektiririm. Fotoğraf makinesinin ekranından çekilen kareleri kontrol edip tatmin olduktan sonra ancak…