Gün geçmesin ki farklı birşeye heves etmeyeyim. Şimdiki konum da “digital scrapbooking”. İki gündür akşamları evde kendimi dijital kağıtlar, bantlar, resimler araştırıp bilgisayarıma kaydederken buluyorum. Öyle boş birşeyle uğraşıyormuşum hissi var ki yalnız içimde, zamanımı onlara harcarken hissettiğim suçluluk duygusunu tarif bile edemem :) Tam bilgisayarın karşısında üst üste duran kumaşlar ve fermuarlara öpücükler atarak yapıyorum bu işi hem de :)) En son gözlerim acırken bıraktığım resimlerde hâlâ aklım mesela… Arama motoruna birşey yazınca Google Amca’ nın karşıma çıkardığı tüm sayfalara bakmaya çalışma gibi bir hastalığım var benim :) Ya aradığım asıl şey 28. sayfada ise, ben 3. sayfada arama sonuçlarına bakmayı bırakır da onu kaçırırsam? :)) Ya da oralarda bir yerde daha güzeli var ve benim kendisini keşfetmemi bekliyorsa? {Elindeki ile yetinmeyi bilmeyen, gözü hep daha fazlasında, daha güzelinde olan insan modeli} Okuyup resimlere bakmakla iş hallolsa yine anlayacağım. Yeni bir kelime mi gördüm okurken, bilmediğim birşeyle mi karşılaştım;…
Bu Aralar; Yoğun, Yorucu, Yeni Meraklar Peşinde
Ne yoğun bir gündü… Ofiste sabah masama oturduğum andan mesai bitene kadar kafamı kaşımaya vakit bulamadım desem yeri… Pazartesi’ ler genelde telaşelidir de bugün daha bir başkaydı. Bazen sanki ipin ucundayım da, ben o ipi çektikçe iş geliyor, çektikçe iş geliyor… Bazen de oltamı sallamışım denize, saatlerce bekliyorum orda bir balık tutayım diye; yok ama nafile… Birer birer gelmiyorlar ki! Ya hep beraber geliyorlar aniden, davet filan beklemeden ya da küsüp gidiyorlar topluca… Hani bir ortasını bulsak fena olmaz. Ne nefes nefese çalışmaktan yanayım şu zamandan sonra ne de saate her baktığımda akreple yelkovanı bıraktığım yerde bulmaya tahammülüm var. Neyse, neyse, bir Pazartesi daha bitti, haftasonu da gelir elbet :) Gerçi o da göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor ya… Tıpkı geçen haftasonu onlarca fermuarlı cüzdan dikeceğim diye kendimi gaza getirip sadece bir tane dikmeye vakit bulabildiğim gibi :)) Mazeretim vardı gerçi bu kez; rahatsızdım biraz, uyumaya – büyümeye ihtiyacım vardı…
Taraftar Tokası : )
Bakmayın öyle taraftar filan dediğime… Benim futbolla uzaktan veya yakından bir alâkam yoktur. Evde bağlı olan Digiturk tamamen eşimin hizmetindedir ve futbol benim için arka plandaki bir gürültüden, beraberinde garip sesler çıkaran birkaç erkekten başka birşey değildir :) Eşim de zaten sarı-kırmızı severdir, bu tokayı da tahmin edersiniz ki hiç mi hiç beğenmemiştir :) Aman canım, niyetim bir takımı desteklemek değilken, tesadüfi denk gelen bu renk uyumundan da sorumlu olamam ya :) Hoşuma gitti; kestim, diktim işte… Renkleri uydu diye şimdi takıp bir de maça mı gideyim? :))
Dünden Kalan…
Dünkü yazımı en güzel özetleyen yorumdu sanırım bu – sevgili Seyhan’ dan gelen: “… zorunluluk hissetme yazmak için, yazmak için de yazma ama yazacaklarını da kendine saklama ;)” Evet, aslında benim de korkum kendime belirli günler dahilinde kısıtlamalar getirmek; sorumluluklar, ödevler vermek, sonra yapamadığım zamanlarda yaşadığım vicdan azabı ile sıkılmak, tasımı – tarağımı toplayıp kaçmak belki de en sonunda… Kendim ederim, kendim bulurum yani :) İşin büyüsü bozulsun istemem… Sonuçta ben ne tasarımcıyım, ne fotoğrafçı, ne de bir yazar… Hepsini zevk için yapıyorum; keyif alıyorum yazarken, birşeyler tasarlarken ya da bir fotoğrafı nasıl en iyi şekilde çekebileceğimin üzerine kafa yorarken… Hani bunlardan biri bile benim mesleğim olsa, yani karşılığında para kazanıyor olsam bu planlı, saatli hareketlerimin sebebini anlarım da… Yaptığım kendi kendimi köle gibi çalıştırmaktan başka birşey olmuyor zaman zaman. Acımasız bir şekilde ağır ödevler veren bir öğretmen, aynı zamanda da onun çalışkan ve itaatkâr öğrencisi gibiyim adeta :) Bir…
Kelimelerin Gücü Adına
Sürekli hobilerle dolu bir hayatımız yok malûm; bazen sinirleniyoruz, bazen ağlıyoruz, bazen kahkahalar atıyoruz… Bizi uçurumlardan aşağı iten ya da tam tersi bulutların üzerine çıkaran belki de çok ufak öyle olaylar oluyor ki gündelik hayatta; bazen yazmak istiyor insan… İncir çekirdeğini doldurmasa bile anlatılan; sadece rahatlamak için bile yazmak isteyebiliyoruz… Geriye dönüp baktığında kaleme aldıklarını tekrar okumak, hatırlamak bazen satır aralarında… İçinde bulunduğun zaman için adeta bulunmaz bir terapi, ileride sayfalarını zevkle karıştırabileceğimiz bir not defteri… Bir dönem ne çok yazardım… Zamanında tüm sayfalarını öykülerle doldurduğum ajandam bunun en büyük kanıtı; çocuk gözlüklerimle kaleme aldıklarım, neredeyse tek başıma çıkardığım okul dergileri… Hey gidi günler, heyy :) Bazen yeniden başlamak istiyorum “yazmaya”… İçimden geldiği gibi, o an kafamdan ne geçiyorsa, gördüğüm birşey bana ne çağrıştırıyorsa… Mutluysam da üzüntülüysem de, hayatıma girmiş bir insana ithafen bazen, çocukluğumdan kalma bir anıyla belki de… Haftanın bir gününü blogumda sadece kalemime mi ayırsam diyorum sonra…
Mis Kokulu Lavanta Şişeleri
İki poşet kurutulmuş lavanta çiçeği aylardır hobi odasının kapısında asılı bekliyor. Hayır, maksat gözümün önünde dursunlar da ben artık şu lavanta keselerini dikeyim :) Yok, elim gitmedi bir türlü… Oysa öyle hayallerle almıştım ki ben o kurutulmuş çiçekleri; kalpli, kenarları fırfırlı, belki kare, belki daire bir sürü lavanta kesesi dikecektim; kimini dolabıma asacak, kimine çekmecelerimde yer açacak; bir kısmını da eşe-dosta hediye edecektim cici bici kutular içinde… Sen misin orda gözüme gözüme batıp duran?! Bir akşam öyle boş bir bakışmamızla elimde 3 adet soda şişesiyle döndüm yanlarına, “Korkmayın” dedim, “Canınız yanmayacak” :)) Başladım kuru çiçekleri şişelere doldurmaya… O esnada ortaya çıkan “mis” kokunun tavan yapması beni benden almadı değil hani – boğazımda hafif bir yanma :) Sahi yaa, sonbahar peçete halkalarından artan keçe yapraklarım da vardı… Şişelerin göbek kısımlarından bir keçe şerit, üzerlerine atınca yaprakları… Ağız kısmına da minik birer fisto parçasını uydurdum mu… Fiyonklarını da atarız işte böyle.. Oldu…
Yapraklı Peçete Halkaları
Sonbahar sofralarına yakışır bu yapraklar… Yine keçeden kestim, ilhamını ise buradan aldım :) 6 kişilik bu set; sonbahar aylarında akşam yemeklerine daha fazla kişi davet edemiyoruz yani :p :)) Kişi sayısı artacaksa yalnız, ilkbaharda bekleriz; zira kelebekli peçete halkaları +1 çift daha fazla misafir ağırlayabilir :)) Konu ile alakasız bir not: Bu fotoğraf çekimleri ile beraber makinemin M moduna geçmiş bulunuyorum; sanki son zamanlarda kendisi ile daha bir iyi anlaşıyoruz :)
Yeni Fırının Aramıza Katılmasının Şerefine : )
Yook, bunu yapmayacaktım; fırınımı değiştirmemem lâzımdı – ben söylemiştim size, değil mi? :)) İşte canıma tak etti der, alırsan böyle; bir gün kekler, diğer gün börekler… Çok tehlikeli çoook :)) İşte bunlar da kalp olmaya yeltenmiş “topik” kekler :)) Yalnız alt kısımdan kalbe benziyor; hadi, itiraf edin *-* Kalpli kek kalıbı: Tantitoni Fırın: Arçelik {demek yenilik demek} Çay fincanı: Karaca Peçete : English Home {Her ne kadar gözükmese de – yakında bol bol boy gösterir, emin olun) Akşamın bir saati kekleri yapıp, gün ışığı yeminini bozup abajur ışığından istifade ederek fotoğrafları çeken: O ben oluyorum işte; huzurlarınıza çıkıp hepinize kalorisi az, enerjisi yüksek bir hafta diliyorum *-*