Demet

8 Yazılar Ana sayfaya dön

İlk Gelin – Damat Çekimim -

Nikâh gününe dair henüz toparlayamadığım fotoğraflar bekleyedursun; paylaşmak için sabırsızlandığım düğün günü fotoğraflarını görücüye çıkarmak istiyorum. Kendileri benim bu vesile ile ilk gelin – damat fotoğrafı çekimlerim olduğundan fazla da uzun yazmadan görsellere ağırlık vereceğim bu kez… Her ne kadar çekim için planlanan süre 2 saat iken 1 saat 15 dakika ile sınırlandırılsa da, kardeşimin makinesi elime alır almaz çat diye donup kalınca kendi makinemle fotoğraf çekmek zorunda kalsam da, bir türlü oturacak bank – masa türevleri gibi birşey bulamasam da bir “İLK” için çalışmam fena sayılmaz sanki :) Hadi, siz bakın, değerlendirin ve sayfamı terk etmeden yorumlarınızı iletin, olur mu? :)

Nikâh Masasına Oturdun İşte…

Eğer işyerinden öğleden sonrası için izin aldıysam, sabahtan nasıl bir hızla çalışıyorsam işten çıkmama en az bir saat kala tüm acil işlerimi toparlamış oluyorum :) Son dakika aksiliklerine pek tahammülüm olmadığından, çevremde işimle ilgili bilgi alışverişinde bulunmam gereken her kim varsa da o gün burnundan getiriyorum *-* İşte böyle adrenalini yüksek bir Cuma gününe “Merhaba” dedim :) Saat 12.30 olduğunda Anadolu Yakası’ ndan Avrupa Yakası’ na geçmek için mücadelem çoktan başlamıştı bile… Eve git, kıyafetleri ayarla, saçı-makyajı yap; arada “Ne durumdasın?” diye arayıp duran kocaya laf yetiştir derken nikâh şekerleri sepetini kaptığım gibi soluğu gelin arabasında aldım. Gayet neşeli bir şekilde, oyun havaları eşliğinde gelini kuaförden almaya giderken ne olduysa öyle bir trafik içerisinde kaldık ki; hani arabanın bulunduğu noktadan kımıldamadığı o geçmez dakikalar arka arkaya sıralanır, hani hep de en acil işinin olduğu zamanı bulur ya – işte bizzat onu yaşadık, deneyimledik. Bana günler öncesinden kendi nikâhına geç kalsan…

Yüzdük, Yüzdük, Kuyruğuna Geldik :)

Yarın nikâhımız var; yani kardeşimin nikâhı – olayın içinde fazlasıyla olunca birden kendiminmiş gibi geldi :)) Öğleden sonrası için işyerinden izin aldım; işten çık, koşa koşa eve git, hazırlan, çık, salona yetiş şeklinde bir maratona gireceğim. Eminim zamanla yarışırken ben, bir türlü hazırlanamayacak, o kafamdaki harika saçı ve makyajı ASLA yapamayacağım :)) Sonra, eşimin binbir söylenmesi ile arabaya binip elimdeki minik ayna ile rötuş peşinde koşacağım – bu hep böyle oldu, böyle olur :)) Aslında sırf bu hengâmeye engel olmak için kuaför randevumu da almıştım ama son dakika gereksiz masraf olarak görüp iptal etmekten yana kullandım tercihimi. Zira Pazar günü düğün için zaten kendilerinin yollarını aşındıracağım :) Hatta bizim yarından itibaren yataklarımızı düğün salonlarına taşımamız daha yerinde olur; ki Cuma günü kardeşimin nikâhı + Cumartesi günü eşimin yakın bir arkadaşının düğünü + Pazar günü kardeşimin düğünü şeklinde bir rutimiz mevcut :) 3 gün boyunca topuklu ayakkabı üzerinde durup geç vakitlere…

İlhamım Var… Yapacaklarım, Edeceklerim Var…

Düğün – dernek işlerine girmeden önceydi; aklıma abuk – subuk ne gelirse yaptığım günlerdi diyelim ya da :) O zamanlar kaydetmişim bu rengârenk görselleri; ilham olsun diye… Gûya bir sürü minik ev dikecekmişim içleri lavanta dolu… Renkli kumaşlardan tutacaklar yapacakmışım mutfağa; hatta içine koyacağım elyafı bile almışım… Keçeden parmak kuklalara da göz dikmişim hafiften *-* Sadece bunlar olsa yine iyi… Meselâ, evdeki abajur değiştirilmek için sırada bekliyor; aklımda onu kumaşla kaplayıp uç kısmına şerit ponpon geçmek var; önünden her geçtiğimde bakışıyor, kendi aramızda anlaşıyoruz :)) Ikea’ dan yıllaaaar önce aldığım çekmeceli bir düzenleyici var ardından; aksesuarları birbirinden ayırmak için kullandığım – birer birer keçelerle kaplayıp süsleyip püsleyesim var o ruhsuz çekmeceleri, üzerlerine de notlar asmak var, küpe, kolye, yüzük, toka diye :) İki tane kocaman puf dikmek istiyorum rengârenk; biri bana, diğeri eşime… Yuvarlak mı olsun, kare mi; karar veremedim ama – derdime bak şimdi :)) Dikmek istediğim etekler var…

Mevzuu Karışık…

Şu an sanırım üçüncü, belki de dördüncü kez yazıma yeni bir giriş yaptım. Aslında siz bilmiyorsunuz; ses veremediğim süreçte kaç kez yazdım, sildim ben… Kafam yoğun bu aralar benim; evet doğru ifade bu sanırım – fazla şey düşünmek zorunda olduğum bir dönemdeyim ve bu sebeptendir ki belki de kurduğum cümlelerin sonunu getiremiyorum çoğu zaman… Günübirlik İzmir yolculuğum oldu bu boşlukta… Yalnız “Oooo, İzmir’ e de gitmişsin” diye hafiften tatil göndermeleri yapanlara üzülerek devlet dairelerinde güneşlendiğimi belirteyim. Hatta eşimle beraber sabah 08.30 – akşam 17.30 yaptığımız mesai, benim bir banka kuyruğunda çileden çıkıp gözyaşlarına boğulmamla bayağı bir renklendi. Nasıl bir sınavdı bilmiyorum ama; insanların nasıl cinnet geçirdiklerini bizzat anladığım ender dakikalardan biriydi, bir kez daha yaşamamak temennisiyle… Veraset, intikal, vergi, belediye ve türevleri, cümle içerisinde çokça kullandığım kelimeler son zamanlarda… Hem yabancısı olduğum bir konu, hem de araya mesafelerin girmesi ile iyice güçleşen, sıkıntı veren süreç nihayet sona yaklaşıyor diyebilirim. Yani…

Düğün – Dernek Hâlleri < Finale Doğru >

Blog sayfam bir bayram kutlamasında asılı kalmış – deliye her gün bayram der gibi :) Gerçi son zamanlarımı daha iyi tarif edecek bir tanımlama da olamaz herhalde *-* O kadar çok işim var ki; adeta delirdim – meselâ yarın akşam İzmir’ e gidecekken ben, şu an bilgisayar başında oturmuş, neredeyse 10 günlük fotoğraflarımı düzenliyor, bir yandan da harıl harıl bloguma yazı yazmaya çalışıyor olmamı pek akıllıca bulmuyorum – yarın işe gideceğim, daha valiz hazırlayacağım, siz düşünün halimi :) “Nerelerdeydin, sesin soluğun hiç çıkmıyor?” diye soranlara; düğüne giyecek kıyafet arayışı içerisinde olduğumdan işten arta kalan vakitlerimi mağazalarda geçirdiğimi ve kendimi harap – bitap bir halde uykuya teslim ettiğimi söyleyebilirim. Hem ebatlarım abiye kıyafete pek müsaade etmediğinden, hem de abartılı derecede taşlı, pullu bir elbise giymek istemediğimden içime sinen bir modele denk gelemedim ne yazık ki… Hal böyleyken, siyah renk tercih etmek istemediğimi söylesem de, düşünce gücü – çekim yasası mı artık…

Dev Rüzgâr Gülüm

Yine bir öğle arası gezmesinde “Al artık beni” diye gözümün içine baktı… Yer Paşabahçe’ ydi, zamanımsa çok azdı… “Sonra çok pişman olacaksın, beni arasan da bulamayacaksın” diye fısıldadı kulağıma tam ben arkamı dönüp gidecekken… Bir bahaneye ihtiyacım vardı onu almak için; derken buldum :) Bir gelin elinde dev bir rüzgâr gülü ile objektife ne hoş pozlar verirdi; farklı, renkli ve neşeli… Hele minik bir çocuğun eline ne de yakışırdı boyundan büyük pervane… Hayalini kurdum tek tek… Gelin de bulurdum, çocuk da bulurdum zaten… İşte, o zaman alırdım ben bunu; fotoğrafını çeker, vazosunun içine koyar, sonra yine çekerdim :)) Daha da güzel bir bahane olamazdı *-* Peki, koca rüzgâr gülü ile gayet normal birşeymiş gibi elini-kolunu sallaya sallaya işyerine gitmek… Poşetinin içinden sadece sopasını görüp de “Hayırdır, sefere mi gidiyorsun?” diye takılanlara durumu izah etmek… O kalabalıkta koca poşetle “Aman, rüzgâr gülüme bir zarar gelmesin” diye üstüne titreye titreye minibüs -…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Gezinme