Her kim neyi koyarsa hayatının merkezine; sanki çevresindeki tüm insanlar da orada gibi düşünüyor; mesela evliyseniz çevrenizdeki tüm insanlar evli, çocuğunuz varsa sanki herkesin çocuğu varmış gibi… İster istemez ilginizi de sizin merkezinize uygun konular çekiyor; sevgiliniz askerdeyse TV’ de asker konulu haberler, kilo vermek istiyorsanız elbetteki diyetisyenler, vs. Ve sanki öyle oluyor ki siz yolda yürürken, dolmuşta işinizden evinize dönerken de çevrenizdeki insanlar nedense hep sizin ilgilendiğiniz konulardan, yakındığınız sorunlardan bahsediyor. “Herkes mi aynı dertten mustarip?” ya da “Herkes mi aynı şeyi istiyor?” diye düşünmeden edemiyorsunuz tabii.
Peki neden böyle oluyor dersiniz? Herkes mi blog yazıyor? Peki herkes blog mu okuyor? Herkes aynı sözcüklerle mi internet üzerinde arama yapıyor? Hayır! Kimse birbirinin eşi, benzeri değilken hep de bizi ilgilendiren konuların TV’ de, radyoda bize denk gelmesinin, tam da kafamızdaki soruna ilişkin çözüm öneren bir kitabın kitapçıda bize göz kırpmasının bir sebebi olmalı!
Kimi buna sadece hoş bir rastlantı desin, kimi bunu evrenin çekim yasası olarak yorumlasın; evrenin bu işte nasıl bir parmağı var, onu bilmiyorum ama ben buna algıda seçicilik diyorum. Bu kelimeleri ilk duyduğumda ortaokuldaydım ve daha algı nedir, onu bile anlayamamıştım :)
Biz aslında ne düşünüyorsak algılarımız ona göre süzgeçten geçiriyor havada uçuşan kelimeleri, TV’ deki reklamları ya da kitapçıdaki bir kitabı… Siz kitapçıda tam da o rafın önünden geçerken elinizi uzatıyorsunuz tam da o kitaba; neden o dakika durduğunuzu bile bilmiyorsunuz belki. Saliselik olaylar bunlar diye düşünüyorum, ölçümünü yapamıyoruz elbette ama aslında farkında olmadan gözümüze takılan bir kelime ile elimizi o kitaba uzatıyoruz.
Benim mesela yön duygum çok zayıftır – yönün nasıl bir duygusu var, onu da bilmiyorum ama çok zor adres bulurum, telefonda bana adres tarif eden biri varsa hüngür hüngür ağlar sinirinden :))) Ama benim gibi bir insan bir kere önünden geçtiği mağazanın yerini, adını, bulunduğu noktayı beynine kazır adeta :) İlgimi çekiyor çünkü… Ve alışveriş benim merkezimdeyken ister istemez eşime de yol tarifi yapacaksam o mağazayı baz alıyorum ama anlıyor mu diye sorarsanız; elbetteki hayır – o mağazanın ancak sarı-kırmızı boyalı olması gerek onun da merkezine alabilmesi için :D
Müsaadenizle hayatın merkezini şimdi de farklı bir noktaya; kadın-erkek ilişkilerine çekmek istiyorum: Bir kadın ilişkiden ne bekler? Tabii ki büyük çoğunluğun tercih edeceği üzere romantik bir yemek, güzel birkaç söz, sevgilisi tarafından dinlenmek, vs. vs… Peki bir erkek? Hangi erkeğin merkezi kırmızı güller ve mumlar eşliğinde süslenmiş romantik bir masadadır? Sayının çok fazla olacağını sanmıyorum. Hal böyle iken, böyle bir beklenti içerisinde olan bir kadının eşinin kendisini sevmediğini düşünmesinden doğal ne olabilir? Peki hayatın merkezine ne oldu? Kadın biliyor mu ki on tane kadının algısı bile aynı yönde değilken bir erkekle aynı frekanstan yayın yapabilsin?? Sonra çatışmalar başlıyor tabii, her ne kadar bir erkek ile bir kadın arasında düşünce, fikir ayrılığı olsa da hayatlarının merkezi çatışıyor aslında birbiri ile…
İşyerinde bile böyle, değil mi? İnsanlar hayatlarının merkezine neyi aldıysa herkesi öyle değerlendirmiyor mu? Ve bu çoğunlukla bir müdürse altında çalışanların hayata kendi bakış açısı ile bakmasını istemiyor mu? En basit örneği ile; son çalıştığım işyerindeki bayan müdürüm eşi yurtdışında çalıştığı için evinde yalnız kalmış ve kendisini işine vermişti; tüm sosyallikten uzak ömrünü bir ofise hapsetmişken üstelik onunla beraber çalışan herkesin böyle davranmasını bekliyor ve davranmayanları da işten kaytarmakla suçluyordu! Hayatın merkezi temasına iş yaşamı içerisinden daha iyi bir örnek verilemezdi diye düşünüyorum.
Öyle ya da böyle; kimseyi değiştiremeyiz elbette; o kişi de beni değiştiremedi ve ben isyan bayrağımı çekip “Elveda” dedim. Eşler arasında da aynı durum söz konusu; bir taraf diğer tarafın haklarına müdahale edip onun merkezine saygı göstermiyorsa sorunlar başlıyor…
Herkes kendi merkezinde mutlu, herkes kendi merkezindeki sözcükleri duyuyor, objeleri görüyor ve herkes kendi merkezinde kalmak istiyor, herkes hayatında olup bitenleri kendi merkezinden yorumluyor eğrisiyle doğrusuyla… İşte bu yüzden merkezleri birbirine uç noktalarda olanlar arasında tartışmalar, kavgalar oluyor. Aslında olaya bu yönden bakınca daha basitleşiyor sanki herşey; bir insanın bizim düşündüğümüz gibi düşünmemesini onun bulunduğu merkeze bağlayıp onu merkezinde bırakmak gerekiyor… Yoksa o bana bunu dedi, şöyle yaptı derken nedenler içinde acı çekiyor insan boşu boşuna…
Aslında hepimiz karşımızdakinin anladığı kadarız, değil mi? O yüzden bizi kendi merkezlerinden değerlendiren insanları biz de kendi merkezimize çekmek için fazla da uğraşmamıza gerek yok; çünkü değişimin olmayacağı muhakkak… En iyisi herkesi kendi merkezinde bırakmak mutlu mesut… Hem aynı merkeze o kadar insan nasıl sığardık :))
Resim: Kaynak
6 yorumlar
Çok güzel bir yazı ve sondu.;) Kafamdakileri hafiflettin… ;)
Lovebug – Ohh, ne güzel o zaman :)
İnsan o sıra neyin peşinde koşuyorsa, kafası ne ile meşgulse hep onu görüyor raflarda..diyet yapıyorsa örneğin hep cheesecakelere odaklanıyor..canım ben seviyorum senin tesbitlerini..daha çok yaz:)
zeynep – Çok teşekkür ediyorum Zeynepcim :) Ben de seni okumayı çok seviyorum… Ve tabii fotoğraflarını ;)
Bir insan bunların farkına varabiliyorsa zaten karşındaki düşnecek kadar da geniş bir anlayışa sahiptir.Malesef öyle insanlar var ki tatlım"BEN"merkezli umarım herkes kendince birşeyler bulur.Ben merkezli olmadığımı düşünüyorum ama tabiki benimde yaptığım zamanlar oluyor özellikle eşime ve Çokoprensime.Valla süpper yazmışsın sıkılmadan keyifle okudum ve çoook resim geldi gözümün önüne.Fikrine,eline,yüreğine sağlık
Çokoprensin Tutkunu(Sihirli Değnek) – Teşekkür ederim tatlım, sıkılmadan okumana sevindim. Bazen tereddüt ediyorum, acaba sıkıyor mu yazdıklarım diye :) Ya da okumadan kapatıyorlar mı sayfayı diye düşünmeden edemiyorum, ne yalan söyleyeyim :)