İpek 6 aylık oldu; yani yarım yaşına girdi :) Ve ben nihayet doğum hikayemi yazmak için uygun zamanı bulabildim ya da bulabildiğime inanıyorum diyelim :)) E, hadi o zaman, başlayalım ^_^
Hamileliğimin 30. haftalarına geldiğimde vücudumu daha bir dikkatli dinler olmuştum; her ağrı, her sancı, her kasılma acaba yaklaşan bir doğumun habercisi olabilir mi diye beynimi kemiren sorularla günler geçiyordu. Deneyimli annelerin “Uyu bol bol, bir daha bu fırsatı bulamayacaksın” söylemlerine ne hacet; yazın o sıcağında, o koca göbeğimle yatakta dönemiyorken ben, midemde yediklerime yer kalmamış, nefes bile alamaz bir haldeyken nasıl uyuyabilirdim ki :)) Hem zaten ne kadar uyursam uyuyayım, uyku depolanabilir bir şey miydi ki?! Keşke öyle olsaydı da öğleye kadar yaptığımız o keyifli Pazar uykularından ödünç alabilseydik şimdi :))
Öncelikle şunu belirteyim; benim doğumum “zorunlu” sezaryen oldu. Ben ne kadar normal doğum istediğimi söylesem de İpek bunu mümkün kılmadı; çünkü baş aşağı pozisyona geçip bir türlü doğum kanalına girmedi. Ben karnımdaki o şiddetli dalgalanmaları dönüyor galiba, yoksa döndü mü şeklinde yorumlasam da her doktor kontrolümüzde ayaklar aşağıda, baş yukarıda olduğunu öğrenip tıpış tıpış evimize geri döndük :D
Hani filmlerde hamile kadının olur olmadık yerde sancısı gelir, doğum yapacağı hastaneye yetişmeye çalışır, olaylar, atraksiyonlar birbirini kovalar… Hıh, o olayların hiçbiri benim başıma gelmedi :)) Benim doğumum o kadar planlı, o kadar sakin oldu ki; valizimi hazırlayıp otele gidiyormuşum gibi hastaneye yerleştim, bebeğimi aldım, çıktım :))
38 hafta+6 günlüktü İpek dünyaya geldiğinde… Biz onu oradan almasak daha da dışarı çıkmaya niyeti yok gibiydi :) Biraz rahatından ettik kendisini ama oturup kalkarken masaya çarptığım karnımın dili olsa da konuşsaydı diyorum :)))
Doğumdan bir gün önceki gece tahmin ettiğiniz gibi gözüme uyku girmedi; sağa dön, sola dön, sağa dön, sola dön, sabah ettim… Hatta o kadar uykusuz kaldım ki; sabah 7 için randevu verilmişti, doğumuma uyuyakalıp gidemeyeceğim diye korktum bir an :)) Her şey böyle de planlı olunca ayrı bir stres faktörü oluyormuş, onu da öğrendim :))
Şu an o sabah nasıl hazırlandığımı, evden nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Hastane girişinde birtakım evraklar imzaladım, sonra son kez kontrol için doktorun odasına alındım. Hatta hastane kuralları gereği tekerlekli sandalyeye binmem istendi de ben hala olayın farkında değildim sanırım, o sandalyeye binmek, birinin beni itmesi filan ne çok yadırgamıştım.. “Ben kendim giderim, gerek yok sandalyeye; hasta mıyım ki!” modundaydım sürekli :)) Doktorum son kez ultrasonda kontrol edip bebeğin hala dönmediğini söyleyince artık o gün doğumun olacağı kesinleşti. Çünkü son bir ihtimal; o dakikaya kadar bir değişiklik olsaydı yine beklemeyi tercih edebilirdim… Öyle bir olasılığın varlığını da göz önünde bulundurup hastaneye eşimle beraber ilk biz gitmiştik, birinci dereceden diğer yakınlarımızı – onlar İpek’ in babaannesi, dedesi, halası, dayısı oluyor – özellikle o aşamada çağırmamıştık ki; olur da normal doğuma döner, bekleyiş devam eder, kimseyi gereksiz strese sokmayalım demiştik.
Hal böyle olunca, hemen telefonla yakınlarımızı aramalar… Sonrası kan alımları, birtakım testler ve yavaş yavaş artan gerginliğim, heyecanım… Evet, normal doğum yapmamıştım, her şey planlıydı ama ameliyat saati acil gelen bir hasta sebebiyle iki saat ötelenince o havayı planladığımdan uzun süre solumak, sancısız olsa da gergin geçen saatlerimin baş mimarıydı! Ha ameliyata alınıyorum, ha alındım derken odada yatağımda yattığım müddet içerisinde her çalan kapının yüreğimi hoplatması, karmakarışık duygular.. Tam bir kurbanlık koyun misali :)) Anlatılmaz, yaşanır diyorum burada :)
Öğle vaktinde ameliyathanenin hazır olduğunu söyleyip artık beni almaya geldiklerinde o duygu karmaşasının içinde ağlamaya direnirken hatırladığım şey, kafama takmaya çalıştığım ve benim kıvırcıklardan dolayı ressam şapkası gibi tepemde kalan o bone, ameliyata girerken bile sağdan, soldan çıkan saçlarımı hala onun içine sıkıştırmaya çalışmam :))) Üzerime ekstra büyük gelen ameliyat önlüğünü de atlamayalım bu arada :D
Madem zorunlu sezaryen oluyordum, o halde bebeğimi ilk ben görmeliydim diyerek doğum tercihimi lokal anesteziden yana kullandım. Aslında bayıltılmaktan korkuyor olmam da bu kararımı tetikledi diyebiliriz :) Hatta normal doğum yapamayacağım kesinleştiğinde ilk söylediğim şeylerden biri buydu :) Tercihimden de pişman değilim; bazı arkadaşlarım bel altının uyuşturulmasının doğum esnasında rahatsızlık verici, ürkütücü olduğunu söylese de iğne yapılıp da uyuşma olduktan sonra can yakıcı bir şey hissettiğimi söyleyemem. Evet, çekiştirme, dokunma, vb. şeyler hissediliyor ama zaten önünüzde perde olduğu için hiçbir şey görmüyorsunuz, hissettikleriniz de sanki üzerinizde karınca geziyor gibi ya da ben öyle hissettim :)) Rahatsızlık duyduğum tek nokta; sanırım orda keseyi patlatmaya çalışıyorlardı, bayağı bir sarsıldım ve birinin tüm iç organlarımı dışarı çıkarmaya çalıştığını düşünüp “Heey, neler oluyor orada?” diye bağırasım geldi :))
Şimdi böyle anlatınca basit, bazı şeyler kulağa komik gibi gelse de asansörle alt kata inip o buz gibi bölüme alınınca iç sesiniz hiç de aynı şeyleri söylemiyor. Orada karşımda en az 10 doktoru görünce ben kendimi Doktorlar dizisinin bir bölümlük başrol oyuncusu gibi hissetmedim desem yalan olur :))
Ve istediğimiz gibi doğumun bir kısmına eşimi de dahil edebildik. Çok şükür, doğumumda herhangi bir sorunla karşılaşmadık ve hayallerimdeki gibi İpek’ le ilk tanışmamız üçümüz arasında gerçekleşti. İpek’ i uzaktan ilk gören babası olduğu için bana getirilene kadar “Saçı var mı?” diye sorduğumu hatırlıyorum :)) Çünkü bir Rapunzel doğuracağımı düşünüyordum, aramızda kalsın :))) İpek yanıma geldiğinde ise o ciddi, bilmiş bakışlarını ömrümün sonuna kadar unutamam, gözünü gözümün içine dikmiş, sanki her şeyin farkında gibi :) En üstteki fotoğraf zaten her şeyi açıklıyordur :)) Her ne kadar baba kişisi heyecandan cep telefonunu bırakıp içeri gelse de doktorumuz sağolsun, o anı ölümsüzleştirdi ve birkaç fotoğrafımızı çekti bizim :) Bu arada, doğum fotoğrafçısı ile anlaşmama konusundaki kararım o gün de değişmedi. Aslında bir ara doğum sonrası odada birkaç fotoğrafımızın çekilmesi için olabilir diye düşünmüştüm ama son dakika heyecanı ile konuya tam odaklanamadım :) İpek’ in ilk anlarına ait kareler de bize hatıra kalması için yakınlarımız tarafından çekildi ve amacına ulaştı :)
Hikayenin sonrası aslında pek bilindik; hep emmek isteyen bebek, ağlayan bebek, uyumayan bebek… ilk etapta sütü gelmeyen anne, gerilen anne, üzülen anne, uykusuz anne… Ameliyat kesiği yüzünden hareketleri kısıtlanan anne, canı yanan anne… Geçiyor ama, hepsi geçiyor… En fazla acıyı ilk 3 gün hissettim; özellikle yattığım yerden doğrulurken ya da tekrar yatmaya çalışırken ağrıdan ağladığım oldu :/ 4. gün itibariyle biraz daha ağrının azaldığını hissettim ve en fazla bir hafta sonra artık gündelik hayatıma bir şekilde devam ediyordum. Zaten bebeğe yetişme telaşı içerisinde hızlı bir şekilde ister istemez yeni yaşantısına adapte oluyor insan, sonra da bir bakıyorsun koca 6 ay geçmiş… Hamileyken geçmeyen vakit sular seller gibi akıp gitmeye başlamış, ben de ucundan da olsa “başlangıç seviyesinde deneyimli” anneler kervanına katılmışım :)
3 yorumlar
Nasıl severim seni… ne kadar tebrik etsem azdır
Çok tebrik ederim Demet, güle güle büyüsün İpek kız!
Nasıl geçiyor zaman, inanamıyorum :)
Allah sağlıkla büyütmeyi nasip etsin.. İlk başta blogunu keşfetmiştim, ardından ınstagramda takibe devam.. Şimdi de blogda geziye devam:)
Sevgileeer..
http://pembelinin-mutfagi.blogspot.com.tr/