Önceden plânlanmış ancak fazla dallandırıp budaklandırmak istemediğim kısa ve zorunlu bir ziyaret idi bizimkisi; uzaklarda kalmış, içinde pek çok hatıra barındıran anne evine… Yok, daha uzunca bir süre o kapıyı açamayabilirdim de kardeşimin vesilesi ile içimdeki zinciri kırmış oldum. Birkaç bohça vardı evde annemin kardeşime hazırladığı ve önceden aldığı, paketlediği mutfak malzemeleri, çeyizlik eşyalar…
Evde yaklaşık bir senedir yaşanmadığı için “anne” kokan bir evle karşılaşmamak açıkçası olayları dramatize etmemem adına çok iyi oldu; zira annemi hastane morgunda görmeye dayanırken, onun cansız bedeni karşısında tek bir gözyaşı dökmeden sadece elimi alnına koyup ölümün gerçekten soğuk olduğunu düşünebilirken, günler sonra evde gördüğüm bir tarakta kalan birkaç saç teli beni allak bullak edebilirdi…
İşte olayların, nesnelerin her bir insana çağrıştırdıkları, anımsattıkları o kadar farklı ki; herkes acısını çok farklı yaşıyor. Dik duran insanın ölenin arkasından kendini paralayandan farkı da sanırım acısı ile yaşamayı öğrenmiş olması oluyor… Beş şişe daha fazla gözyaşı akıtan, o ölen insanı daha çok seviyor ya da onun için daha çok üzülüyor demek olmuyor sanırım :)
Gerçi böyle süreçler de kimin kim olduğunu anlamak için adeta bir fırsat oluyor. Kendimi yerden yere atmamı bekleyen, ben sakin gözüktükçe canlarını sıktığım bazı insanları hayretler içinde anlamaya çalışırken ben, bundan sonra onları o kurdukları mantıksal (!) çerçeve içinde bırakmaya karar veriyorum bu sayede… Bir yandan da acımı bana tam olarak yaşatmadıkları için, ilgi odağımı dağıtıp kafamı farklı şeylerle meşgul ettikleri için aslında onlara teşekkür de etmek istiyorum. Biliyorum, onların da bir rolü vardı bu olay içerisinde, o yüzden oradaydılar, belki o yüzden içlerinden bazıları benim akrabamdı ve biliyorum; bunların hepsi benim iyiliğim içindi…
Yine de insanı üzen sadece bir kişinin ölümü olmuyor böyle zamanlarda, o insanla beraber kendini diri diri toprağa gömmek isteyen, gözümün önünde kendi kendini yok eden o kadar çok insan oluyor; ki gitmek isteyenleri uğurlamaktan başka yapılacak birşey gelmiyor elden… Ne diyeyim; herkesin yolu açık olsun…
Evet, kolay bir süreç değildi, belki hâlâ da değil… Her ağızdan çıkan sesler şöyle dursun; bir dönem annem – kardeşimle yaşadığım evdi gittiğim… Her bir eşyada ayrı bir anı… Raflar tozlanmış bile olsa daha dün yaşanmış gibi herşey… Önce hiçbir eşyaya dokunamayıp aynen annemin koyduğu gibi tekrar yerine bıraksam da, sanki eskiden olduğu gibi annem arkamdan çıkıp “Düzgün koy şunu” diye söylemler eşliğinde dolapları, çekmeceleri peşimden tekrar düzeltecek gibi gelse de bana; uzun sürmedi duruma alışma sürecim.
“Saçmalama” dedim ve o tepemdeki kara bulutu kovaladım vaktimin az olduğunu hatırlatarak kendime, başladım tabak-çanak sarmaya gazete kağıtlarına – belim ağrıdan kopana kadar… Annemin kıyafetlerini toparladım dolaplardan sonra ve çantalara koydum ihtiyacı olanlara dağıtılmak üzere… Yanıma almak istediğim anıları topladım ceplerime ardından ve bohçaları da alıp tekrar İstanbul’ un yolunu tuttum.
Gerçi anlattığım kadar kısa sürmedi elbet, keşke bir paragrafa yazdığım gibi hallolsaydı herşey… Dört odalı bir ev; neyin nerede olduğunu bilmiyorum; ki o bohçalar nasıl bir yere saklandıysa bulana kadar akla karayı seçtim resmen…
Bize ayrılan sürenin 27 saatlik kısmını harcamış olduk böylece, kalan 3 saati de artık uyuyarak değerlendirdik :)) Tamam, ben arabada ara ara uyumuş olabilirim her ne kadar kısacık bacaklarımı sokacak yer bulamayıp yaşadığım – yaşattığım huzursuzluğa rağmen de olsa :) Arabayı kullanan eşim de evde paketleme işleri ile uğraştığım süreçte benden fırsat bulduğu kadar uyuyabildi diyeyim *-* Eh, ne de olsa ağır olan kolileri kaldırma konusunda onun eline su dökemezdim :)
Zor olan kısmı atlattım diyeyim… Gerçi bir süre daha sık sık İzmir’ e gidip geleceğim gibi gözüküyor ama şimdi sırada bohçayı bir elden geçirmek var; eksikleri tamamlamak, sonra süslemek-püslemek :) Tabii, mutlaka son aşamada da fotoğraflarını çekmek olmazsa olmazım olacak; ki bu eğlenceli süreçten hepimiz nasibimizi alalım, değil mi? *-*
13 yorumlar
Aslında kardeşinin düğün işleri senin için güzel bir meşgale oldu. Düşünsene kardeşini evlendirme işin olmasaydı o kapıyı belki yıllarca açamayabilirdin. Şimdi hem anneni anarken hemde kardeşine karşı görevlerini yerine getiriyorsun.
@tosbagalarr: Aynen, sana katılıyorum….
zor bir işin altından kalkmışsın yine canım. uzaktan da olsa hayatla başedebilme becerini hayranlıkla izliyorum. kendine iyi bak, fotoğrafsız da olsa bizi yazısız bırakma e mi? her sabah merakla buraya bakıyorum ilk iş, senden cümleler okumak iyi geliyor. öpüyorum arkadaşım :))
hayat devam ediyor bir şekilde
ve zaman her şeyin ilacı…
ve ne güzeldir ki yolunda yürüyorsun, çalışıyorsun, üretiyorsun. sana bu yakışır inan.
Bu kadar olgun ve metin olmanı takdir ediyorum. Şimdi kardeşinin yanında olmanı da.. Gerçekten kolay kolay üstesinden kalkılacak şeyler değil Demet. Brova sana..
Annen de baban da gurur duyuyordur emin ol..
İkisi de nur içinde yatsın.
Sevgili Demet demek İzmire geldin…geldin diyorum çünkü ben Karşıyaka Bostanlı’dan sana yazıyorum. Ben sendeki dirayetli bu dik duruşa gerçekten hayran kaldım çünkü ben senin kadar dik durabilmeyi sanırım başaramazdım. Her insanın acısını yaşama şekli farklı elbette ama insanlar sen dövünüp kendini oradan oraya atsaydın daha çok acı çektiğine inanacaklardı. Ne garip…. oysa kimse yaşadığını bir başkasının gözüne sokmak zorunda değil….ne işe yarayacaktı ki gidenler geri mi dönecekti…..dinde de böyleymiş yaradan gidenlerin ardından bizlerin vakur ve metin olmasını istermiş gösterişli çırpınmaları hazzetmezmiş…..giden ona kavuşuyor çünkü….
Kardesinin dugun isleri pek bir zamaninda ve guzel bir ugras olmus sanirim.
Uzuntuden kahrolmani bekleyen insanlari ve onlarin mentalitesini de anlamak mumkun degil, insanlar insanliklarini nasil kaybedebiliyorlar boyle akil alacak gibi degil.
En iyisini yapiyorsun kardesine destek olarak. Sen moralini yuksek tut ;)
tosbagalarr; Evet canım, durum aynen senin dediğin gibi aslında… Herşeyde hayırlısı derler ya, onu yaşıyorum ben…
Antigone; İş başa düşünce mi derler? Bilmem ki; zorunlu olduğum için mi bilmiyorum… Sadece duygularımın mantığımın önüne geçmesine izin vermiyorum ve güçlü olmayı tercih ediyorum; belki de bundan kaynaklanıyor, sadece içimde verdiğim bir karar-bir söz… Ben de her gün yazmak istiyorum aslında; zaman içerisinde eski hızıma kavuşacağım, hissediyorum :)) Ayrıca sana iyi geldiğimi bilmek bana da iyi geliyor :) Ve sen de bana iyi geliyorsun, hehe :)
Bahar ve kızısı Yağmur; Evet… Zamanla… Üreterek… Çalışarak… Aşılacak bu yollar ;)
nazo; Desteğin için çok teşekkür ederim. Böyle düşünmene de çok sevindim… Elimden gelenin en iyisini yapmaya ve güçlü olmaya çalışıyorum, başarıyorsam ne mutlu bana…
sezen; Canım benim, ne güzel özetlemişsin durumu… Aynen buydu işte yaşadığım… Acımı göstermediğim için, çevremin gözüne gözüne sokmadığım için üzüntümü, umursamaz olarak nitelendirildim bazıları tarafından… Hani taktım mı, hayır belki ama böyle farklı düşünceler, değişik yaklaşımlar şaşırtıyor işte insanı… Neyse, herkes aynı olamaz, aynı şeyleri düşünemez, hissedemez… Herkes kendinden sorumlu :)
Ben Bornova’ da oturuyordum eskiden, yakındım çok Karşıyaka’ ya, gelirdim arada o tarafa da… Çok sıcaktır şimdi oralar; İzmir’ e selam olsun o zaman benden senin aracılığınla ;) İyi bak oralara yokluğumda *-*
A-H; İnsanlar farklı… Düşünceler de farklı dolayısıyla… O yüzden en güzeli moralimi yüksek tutmak senin de dediğin gibi :) Yolumdayım, karşıma çıkanları da görmezden geliyorum, oluyor bitiyor… İsteyince çok basit :) Kardeşimin düğün olayı da adeta benim kafamı dağıtmam için sunulmuş bir fırsat, bunda da var bir hayır, biliyorum…