Eylül 2011

8 Yazılar Ana sayfaya dön
Aylık yazılar gösteriliyor Eylül 2011

Renkli Bir Haftasonu Olsun :)

Daha düne kadar yağmurlardan sıkılmış bir halde yaz mevsiminin bu sene gelip gelmeyeceğini merakla beklerken, güneş biraz yüzünü gösterip de terletince bizleri serinleme telaşına düşüveriyor, oflayıp puflamaya başlıyoruz. Hiç de tatmin olamayız zaten :) Yaz gelir, sıcaklardan şikâyet ederiz; kış gelir, soğuklardan… Bir arkadaşım “Gökyüzüne klima takmak lâzım” demişti de o bile çözüm değil bence :) Vücut ısıları birbirini tutmayan; aşırı üşüyen ve aşırı terleyen kaç tane insan vardır; herkesi mutlu etmek yine ne mümkün :)) Biz bir ofiste avuç içi kadar insan daha ortak noktayı bulamamışken ve yıllardır bunun hiçbir firmada sağlanabildiğine daha şahit bile olamamışken ben… Neredeyse 10 sene! Bırak herkesi kendi haline en iyisi *-* Hem korkarım ben öyle gökyüzüne klima filan takarlarsa; kumandası hiçbir zaman benim elime geçmez onun, bilirim :D Ya ölesiye üşür, ya da eririm ondan sonra :)) Dereceyi yükseltmelerini ya da düşürmelerini istediğimde de “Bu merkezi sistem” derler, otururum aşağı :))) Eh, neyse ki bunun…

Geçmiş Zaman Olur ki…

Bazı kelimeler, bazı nesneler insan hayatında büyük yer kaplar; kimimiz için sıradan bir görüntü ya da basit bir kelime kimimiz için derin anlamlar ifade eder. Geçmişin izleridir taşınan ne de olsa; gizli kutuları zamansızca açan… – – – Kırtasiyede gördüğüm bir kutu pastel boya, spiralli bir defter, kokulu bir silgi,… Bambaşka bir dünyaya yelken açtırır bana nerede olduğuma bakmaksızın… Kim bilebilir ki zaten ben bir defteri evirip çevirirken, kendi çocukluğumun üzerindeki tozları alıyorum aynı zamanda… Hem nereden bileceklerdi; spiralli bir defter benim öğrencilik yıllarımın vazgeçilmeziydi ve o sayfalara 05 uçlu kalemle yazmazsam içime sinmezdi ve kaç defterin sayfasını sadece bu yüzden defalarca yırttım ben :) – – – Okumayı-yazmayı hep sevdim. Hamuruma nereden bulaştı, bilmem – annem bana hamile iken çok kitap okuduğunu söyler, acaba etkisi var mı :) En eskilerden hatırladığım, öğle uykusunu hiç sevmememe ve anneme sık sık uyuyormuşum numarası yapmama rağmen bir yaz günü, karşılığında kırtasiye gideceğimiz…

Eti Cin’lerim Var En Tatlılarından :))

Herkesin Eti Cin’ i olabilir; ama benimkiler gibi asslaa :) Öyle bir Eti Cin ki bunlar; hem tatlı, hem de ye, ye, bitmez olanlarından… Ben sadece bir tane bekliyordum, yavrusunu da kapmış, gelmiş yanıma taa Denizli’ lerden. O kadar mutlu oldum; ki kaptım ikisini de, parka götürdüm baba – oğul :) Öyle de sempatikler ki; kamera karşısında ancak bu kadar fotojenik olunur. Bir fotoğrafınız mı güzel olmaz sizin, hain Eti Cinleeer? :)) Peki, nerden çıktı bunlar, değil mi? Durup dururken gelmişler evime ailecek :)) Aylaaar, yıllaaar önceydi. Bir Eti Cin görmüştüm hayal meyal; öyle güzeldi ki hiç aklımdan çıkmamıştı. Hani ilk görüşte aşk derler ya; bizimki de öyle olmuştu. Tabii benimki o zamanlar plâtonik :) Aşkımı kalbime gömdüğümde ne olduysa yine çıktı karşıma ve o gün öğrendim ki; o şirin Eti Cin’ i dünyaya getiren, benim yakınen tanıdığım, pek çoğunuzun da bildiği örgü oyuncaklar kraliçesi Yasemin Kale’ den başkası değilmiş…

Maçka Parkı’ ndan Bir Demet :)

Fotoğraf çekmeyi sevdiğim kadar, birilerinin de beni çekmesinden büyük keyif alırım. Bu konuda yaşadığım sıkıntılar ise aşikâr :) Kendi fotoğraflarımı çektirecek birini bulamam kolay kolay… Biliyorsunuz :) Bulunca da yakasına yapışırım, öyle kolay kolay kurtulamaz benden o bahtsız kimse artık. Bu kişi de zaten çoğu zaman, eşim olur – hiç söylememe gerek yok ama :)) Maçka Parkı’ nda da elime düştü yine koca koca *-* “Koca” kelimesi bilerek ve isteyerek arka arkaya kullanılmıştır; kanımca koca kelimesi tek başına kullanıldığında kulağa fazla “kaba” geliyor, en azından benim kulağımı tırmalıyor :) Sevmediği bir şeyi bir insana yaptırmak kadar kötüsü yoktur, bilirim. O yüzden sırf benim için katlandığını bildiğim bu fotoğraf çekme işi ona eminim ızdırap gibi geliyordur, dile pek dökmese de :)) Yalnız dile dökülemeyen gerçeklerin de kaç kez fiyasko ile sonuçlandığını bilen ben işini garantiye almak için yüzlerce fotoğraf çektiririm. Fotoğraf makinesinin ekranından çekilen kareleri kontrol edip tatmin olduktan sonra ancak…

Dudaklı, Puanlı, Pembeli

Dikiş makinemin tıkır tıkır çalışma moduna geçmesi ile beraber, açılışı Kadıköy Pazarı’ ndan aldığım dudaklı ve puanlı kumaşlarla yaptım. Gözümden uyku akmasa daha çoook versiyonunu yapardım, hatta oturur, yine yaparım da yastık mevzusuna çevirmek istemiyorum işi :) Bellllki, birkaç tane daha eklenebilir aralarına ama *-* Adına ne dersiniz bilmem; kılıf mı, cüzdan mı, kese mi, her neyse :) Çeşitli amaçlar için kullanılabilir. Bir nev’ i çanta içi dağınıklık toparlayıcı gibi birşey… İlk diktiğim, düğmeli olan. İçine kulaklık, şarj aleti gibi çantamda taşıdığım elektronik tarzı şeyleri koydum. Çantamda tablet taşımaya başladığım günden beri ihtiyaç konusu oldu da :) Sonra hızımı alamadım; bir de uzun olanını diktim. Aslında kumaşı keserken ne yapacağımı planlamamıştım; doğaçlama ortaya çıkan bir çalışma oldu kendisi. İç astarına puanlı kumaşım kol kanat gerdi bu kez *-* Ağız kısmını cırt ile kapatıp kendisini gündelik makyaj malzemelerimi taşımakla görevlendirdim :) İşini iyi yapıyor :)) Zaten üzerindeki pembe dudaklarla konsepte uygun…

Kelebekli Abajur

Hep bir kelebekli abajurum olsun isterdim. Sonunda oldu :) Cumartesi gecesi televizyon karşısında otururken, kahverengi süet kumaştan amaçsızca kestiğim kelebekler uçtu, uçtuuu ve abajurlarımdan birinin üzerine kondu :) Salonumun duvarındaki kelebeklerle büyük bir uyum oluşturan abajurumun yeni görünümünü pek bir sevdim ben :) Sadece abajurun ışığı ile uçuşan kelebekleri seyretmek de pek keyifliymiş ayrıca :)

Kaldığımız Yerden Devam…

Söylediğim gibi; Cumartesi günü Singer teknik servisi geldi; yollarını çok da gözletmeden beklemediğim bir hız ve profesyonellikle sorunu hallettiler. Alışmışız ya millet olarak, birşeylerin sürekli peşinde koşmaya; birileri görevini lâyıkı ile yapınca şaşırıveriyoruz :) Velhasıl, dikiş makinem iyileşti; tahmin ettiğim gibi kayış kısmı ile ilgili “yağlanmamaktan” dolayı oluşan bir sıkıntı mevcutmuş. Aslında makineyi çok sık kullandığım dönemde yağlamıştım da görümcemden aldığım dersler itibari ile ama yetersiz kalmış anlaşılan; öğrenmiş oldum :) Ayrıca, makinenin motorunu yakmadan servisi çağırmayı akıl etmekle de kendimi takdir ettim :)) Eh, ne de olsa evin önemli bir üyesi kendisi; ruh sağlığımı besliyor çokça :)) Ve tahmin ettiğiniz gibi; dikiş makineme kavuşmanın sevinci ile ısınma turlarına başladım hemen *-* Tıkır tıkır dikebilmek, durmadan, makine zorlanmadan yola devam etmek… Ahhh… Ne büyük mutlulukmuş; yaşamadan bilmiyormuşşş insan… Belki sırf bu yüzden kumaşları kesmekten korkmuş bile olabilirim :)) O sevinçle hobi odasını darmaduman ettim yine tabii; neye saldıracağımı şaşırdım. Bebek…

Ses Veriyorum :)

Birkaç gün yeni yazı girmeyince beni merak eden var mı? :) Ben kendimi merak ediyorum da :)) “Ne oldu bu kıza?” diyorum; hâlbuki bir paragraf yazıp hemen çıkacağım diyerek destanlar yazmalıydı, değil mi? Aslında boş bırakmazdım, bırakmazdım ben buraları da – duyan da sanki aylardır yokum sanacak, altı üstü iki gün :)) – hazırda yeni yazılarım bile vardı da; yayınlamaya psikolojim pek müsaade etmedi. Havamda değildim, şekerim :)) Yorgunluk ve uyuşukluk hâli çöktü üzerime ansızın ve birkaç misafir, biraz uykulu sersem hâller derken haftasonunu getirmişim. Hııııh, neşem yerinde ama şimdi. Yarın Cumartesi ne de olsa *-* Tatilin en sevdiğim saatlerini yaşıyorum bu satırları yazarken. Önümde kocamaaan bir Cumartesi ve Pazar var ne de olsa. Doyasıya eğlen, coş durumları yani :)) En sonnn… Makası elime alacaktım, değil mi? Evet, aldım ve bıraktım :)) Dikiş makinesi naz yapmaya başladı şimdi de. Öksürüyor zavallıcık! Son çare, teknik servise koştum. Yarın Singer’ den amcalar…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Gezinme