Mutlu Bayramlar!
Blogum vasıtası ile tanıştığım candan arkadaşlarım, sessiz-sedasız takipte olan ve bu satırların ulaştığı bütün güzel insanlar; hepinize mutlu, ama çok mutlu bir bayram dilerim! Şeker almaz mıydınız bir tane? :)
Blogum vasıtası ile tanıştığım candan arkadaşlarım, sessiz-sedasız takipte olan ve bu satırların ulaştığı bütün güzel insanlar; hepinize mutlu, ama çok mutlu bir bayram dilerim! Şeker almaz mıydınız bir tane? :)
Ekim ayında çalıştığım şirkette senem dolduğunda ancak bir haftalık tatile çıkabileceğime öyle adapte etmiştim ki kendimi; hiç beklemediğim anda bonus gibi kucağıma düşen bu 9 *dokuz* günlük tatil beni ne kadar bahtiyar etti, tahmin edersiniz… Bugün tesadüfi olarak karşıma çıkan bu fotoğraftaki gibiyim ben de aynen; gökkuşağı rengindeyim :) Uzak diyarlara tatil yapmaya gidemesem de, İstanbul sınırları içerisinde tatilimi sonlandıracak olsam da hiiiç sorun değil, “Evim, evim, güzel evim” diyorum :) Bu tatilde bol bol dinlenmek, uyumak, kitap okumak, dergileri kurcalamak, fotoğraf çekmek, gezmek-tozmak, hobisel mevzuların derinliklerine inmek istiyorum. Ve tatilim çabucak bitmesin, böyle dolu dolu geçsin, size anlatacak birsürü hikâyem biriksin, e tabii ki herkesin tatili süperden de süper geçsin istiyorum *-* Resim: Kaynak {http://www.flickr.com/photos/pinksherbet/4399141743/}
Günlerden Pazartesi… Şirketteyim. Telefon çalar. Arayan danışmadaki arkadaşımdır: – Demet, gönderilecek kargon vardı sanırım… Çekilişteki hediye paketidir gönderilecek; kaptığım gibi danışmada alırım soluğu. Kargoyu teslim etmeden önce gönderim adresine tekrar göz atmayı da ihmal etmem tabii. Malûm, damarlarımda pimpiriklik dolaşır benim :) Kargoyu bırakır, masama dönerim. Birşey dürter beni, yerimden kalkarım tekrar ve kargoyu teslim alan görevliye yönelir, şöyle derim: – Ödemesini ben yapıyorum, not düştünüz, değil mi? Başıyla onaylar ve kargo poşetinin üzerindeki “P.Ö.” harflerini gösterir. Peşin ödeme ibaresini görürüm ama yine de rahat etmez içim. Üstüne şöyle derim – ne gerek varsa: – Karışıklık olmaz, değil mi? Gidip de karşı tarafta ödeme filan istemezsiniz yani? Gönderdiğim bir hediye olduğundan karşıda ödeme istenirse çok ayıp olur… Aynen böyle söylerim, sanki ilk kez kargo gönderiyormuş gibi… Ödemeyi o an yapamamak rahatsız ediyordu sanırım beni; adresten teslim aldıkları için faturayı bir ya da iki gün sonra getiriyorlardı ve tartmaları gerektiğinden tutarı…
Genelde Facebook üzerinden ileti güncellemelerini dışarıdayken cep telefonumdan yapıyorum; baktım blogum bazılarından mahrum kalmış, ben de bu seneki iletilerimden kısa bir derleme yapayım dedim :) ***** Metrobüsten her sabah çıkarken yol kartıma 60 kuruş iade ediliyor ya, işte o zaman kendimi “Super Mario” gibi hissediyorum :)) ***** İstanbul’un köpeği de pek bir akıllı canım, üst geçiti kullanarak karşıdan karşıya geçiyor :p ***** Türk halkının yüzde 75’i kredi kartına 12 taksit yaptırarak tatile gidiyormuş, şimdi anladım bu sene niye tatile gidemediğimi :p Facebook iletim de @Çeşme’siz kaldı ama hadi neyse :)) ***** Kapının önündeki ayakkabıları çalan erkekti sanırım; çünkü benim çiçekli ayakkabılarım onu cezbetmemiş :D ***** Sabah kahvaltısı için pastanede kendi sandvicini oluşturan insan; tercihini kepekli ekmekten yana kullanıp içine amerikan salatası ve salam koydurarak nasıl bir miden olduğu hakkında beni derin endişelere düşürdün :s :)) ***** Saçlarımı geriye attığımda arada çıkan beyazları görüp şaşıranlar; o saçlar bir gecede beyazlamış imajı…
Çalışan… Bayan… Haftaiçi… Yemek… Misafir… Bu kelimeleri aynı cümle içinde kullanınca kulağa pek hoş gelmiyor olsa gerek :) Hatta içinizi biraz daha karartmak isterseniz aynı cümle içerisinde Cuma, İstanbul gibi kelimeleri kullanmanız isabetli bir adım olacaktır… Hizmetçiniz yoksa haftaiçine denk gelen koşturmaca dolu bir yemek daveti sizin açınızdan yorucu olabilir. Zaten hizmetçiniz olsa siz neden çalışasınız, değil mi? Benimki de laf şimdi :) Ama bir görümceniz varsa işler bir nebze kolaylaşabilir :) Tabii, öncesinde sizin de mutfakta biraz vakit geçirmeniz şartı ile… Misafirler Cuma günü geliyordu, değil mi? Perşembe akşamından sizi mutfağa alalım o zaman; işten döner dönmez üzerinizdeki çalışan psikolojisinden kurtulamadan başlayın soğanları, patatesleri soymaya :) Hoşunuza gitti mi? *-* Mutfakta bir radyonuz varsa hareketli parçalar dinlemeniz tavsiye olunur; zira mutfakta gece yarısını görmeniz mümkündür; çünkü misafirler birazdan zili çalacak gibi harıl harıl çalışırsınız mutfakta. Böyle durumlarda, haftaiçi yemekli misafir almak, bir gün öncesinden salatanın yağ-tuz-limon üçlüsü ile kaynaşmadan…
Ohh bee, dünya varmış. Hayat uzun uzuuuun saçlarla ne zor… Rapunzel’ in kıvırcık çakması değilim elbette. Buklelerim var diye sonsuza dek onları taşıyamam ya; arada birbirimizden ayrı kalalım, özleyelim birbirimizi; yanlış mıyım? Vallahi başım kaldırmıyormuş, iyi oldu bu. Hafifledim, gerçekten hafifledim. Genelde bu tabir zayıflayan insanlar tarafından kullanılır, değil mi? Eh, ben de bir nev’ i o grupta değerlendirilebilirim sanırım; saçlarının gramajında küçültmeye giden biri olarak :) Geçen hafta bir buhran anında makasla buluşturdum saç tellerimi… Pişman değilim ama, hele saçlarımı yıkamak, jölelemek, kurutmak için harcadığım zamandan elde edeceğim tasarrufu düşündükçe öyle keyifleniyorum ki… Kendimi bildim bileli uzun saçlıyım ben… Ortaokuldaydım yanlış hatırlamıyorsam; sadece o zaman bir kere radikal bir adım atarak belime kadar olan saçlarımı kulak hizasında kestirmiştim :) Yerden toplanıp üçe ayrılarak kuaför çalışanları arasında pay edilen saçlarım gözümün önünden gitmez :)) Tabii o esnada saçlarımın neden kapış kapış gittiğini anlamasam da, içimden onların deli olduğunu düşünsem de…
21 Ağustos 2009′ da başlamışım blog yazmaya, tesadüfi olarak bugün aklıma geldi, dur bakayım ilk yazıma dediğimde anımsadım o günün bugün olduğunu… Kaynak Zaman ne çabuk geçiyor, değil mi? O gün ne tereddütlerle yazı yazdığımı, yayınlayıp yayınlamama kararsızlığımı, sanki boşluğa sesleniyormuş gibi içinde olduğum garip hisleri dün gibi hatırlıyorum. Kaynak Ramazan’ ın ilk günü imiş yazmaya başladığımda, o gün içime bir istek geldiğini yazmışım ve hiç gitmemesini temenni etmişim :) Sanırım öyle yürekten dilemişim ki bu istek gitmeyi bırak, kaldığı yetmiyor gibi arttıkça artıyor :)) Kaynak Ne güzel arkadaşlıklar kattı bu blog bana, ne çok şey öğrendim buralarda… İyi ki başlamışım yazmaya diyorum şimdi; bazen bu uğurda uykusuz kalsam da, türlü zorluklar içerisinde blogumu güncellemeye çalışsam da, kimileri tarafından bedavaya vakit harcıyormuşum gibi değerlendirilsem de burada olmaktan çok ama çok mutluyum :) Kaynak Tabii, yazmaya devam etmemin, hala buralarda olmamın en büyük sebeplerinden biri de sizlersiniz – iyi ki varsınız…
Geçtiğimiz haftasonu eşim ailesi ile beraber Sakarya’ ya gitmek zorunda kalınca biz de evde görümcemle beraber cupcake tadında saatler geçirdik :) Esse’ den yeni aldığım kek kalıplarım vardı; un, ceviz, kakao da mutfak rafından göz kırpıp duruyordu zaten kaç gündür… O zamanki iftar davetim iptal olmasaydı eğer, bu şirin kekler yemekten sonra rol alacaktı sahnelerde… Ama misafirin gelemiyor olması kimseyi bu gösteriden men edemezdi, ettirmedim de :) “Ben malzemeleri çırpıp karıştıran, görümcem kalıplara hamurunu paylaştıran” olarak iyi bir ekip işi çıkarttık. Kostümlerini de bizzat ellerimizle hazırladık; benim elimde keçeler, görümcemde renkli kartonlar derken çok sevimli kürdanlar yaptık keklerimiz fırında pişerken… Tabii korkak aşçı ben keçelerin başından sürekli kalkıp fırının camına yapışarak dışarıdan kekleri kontrol edip durdum, bir türlü rahat vermedim hiçbirine. Hele bir önceki denememde fırının karşısına geçip içeride kabarmakla meşgul olan keklere “Haydi şimdi bütün eller havaya” diye şarkı söylememse onları ne mesut etmiştir, tahmin edebiliyorum :)) İşte, cupcake…