Derginin kahveyi anlatan bu sayfasının fotokopisini neden çektiğimi anlayamayan iş arkadaşlarım da sanırım biraz “kafadan” olduğumu düşündüler ama zamanla anlarlar onlar da :))
İzmir’deyken Tuğba Kuruyemiş kahve konusunda favorimdi. Gerçi İstanbul’a da şube açmışlar ama gidebime fırsatım olmuyor. Zaman zaman İzmir’den gelen misafirlere özel kahve siparişi veriyorum :) Tuğba’nın kahvelerinin yeri farklı bende… İzmir’de yaşayanlar bilirler, özellikle Kıbrıs Şehitleri’nde köşede olan… Yolunuz ordan geçiyorsa benim yerime de bir paket kahve alın, için köpüklü köpüklü ;)
Kahve makinasında yapılan kahveyi de sevmiyorum ben, ocakta kısık ateşte olduğu zaman sanki tadı oturuyor gibi geliyor, diğer türlü tadı eksik, çiğ gibi…
Ve son olarak kahveyi orta şekerli, ama ne damla sakızlı ne çikolatalı seviyorum ben. İki kesme şeker atacaksın içine orta kavrulmuşundan, o kadar :)
Dergiden aldığım yazıya gelelim bir de, üşenmedim yazdım çektiğim fotokopiden.
**************
Efsaneye göre kahve, yüzlerce yıl önce Yemen otlaklarında keçilerini güden çoban Kaldi’nin, güttüğü keçilerin niye neşeyle oynaştıklarını merak etmesiyle keşfedilmiş. Kaldi, bir gece her zaman o saatlerde uyuttuğu keçilerin çılgınca hoplayıp zıpladıklarını fark etmiş. Sopasına dayanıp kalkmış ve hayvanların yanına gitmiş. Keçiler gidip gelip bodur bir ağacın kırmızı meyvesinden yiyorlarmış. Kaldi de merak edip meyvelerden yemiş. Ve biraz çokça kaçırınca uykusunun kaçtığını, zindeleştiğini fark etmiş. İnsanoğlu sonra onun çekirdeklerini çıkarmayı, onları kavurmayı ve suyunu kaynatıp içmeyi keşfetmiş.
Önceleri kahve Yemen ve Etiyopya’da yetiştirilir, dünyada pek bilinmezmiş. O yıllarda “İslam’ın şarabı” denilirmiş kahveye. İslam dünyası alkolsüz çıkmasına rağmen bu içeceği de pek kolay kabul etmemiş, uzun yıllar kahve konusunda ikiye bölünmüş. 15. yüzyılda ise tüm Arap ülkelerinde zevkle içilir olmuş. Şeyh Şani, “Biz kahveyi ibret eder gibi yudum yudum içtik. Siz de bilinçli ve akıllı kişilerle kahve içiniz. Kim kahvenin zevkini, faydasını inkar ederse Allah onun yüzünü kapkara etsin” diyerek noktalamış tartışmaları.
Kahve İmparatoluğu’nun başkenti İstanbul’a da bu sıralarda gelmiş. Yemen Valisi Özdemir Paşa, ilk kez saraya 1500’lerin ortalarında kahveyi getirip padişaha tanıtmış. O günden sonra sarayda kahve pişirilmesi adet olmuş. Yine aynı yıllarda Halep’ten gelen Hakem ile Şam’dan gelen Şems adlı iki ortak Tah-ül-kala’da (bugunkü Tahtakale) 1554’de ilk kahve dükkanını açmışlar. Bu kahve dükkanları ve kahvehaneler öyle bir hızla yayılmış ki, 1574’de padişah III. Murat yayılmasından endişelenip, halkın yönetimle ilgili dedikodu yapmasını önlemek için kahveleri kapattırmış. Zamanla kaçak kahveler türemiş, yeniçeriler de buralara gidip halkla kaynaşır olmuşlar. Bu, sonraki padişahları da çileden çıkarmış, III. Murat ise işi daha ileri götürüp, kahve ve tütün içerken yakalananların boynunu vurdurtmuş… Din adamları da karşı çıkmışlar kahveye. Şeyhülislam Ebussuud Efendi, “Kömür oluncaya kadar kavrulup yakılan nesnenin şurubu caiz değildir,” diye fetva vermiş. İstanbul’a Yemen’den kahve getiren gemiler batırılmış, çuvallar dolusu kahve Haliç’in dibini boylamış.
Kahve, Osmanlı sınırlarında yayılmasının ardından, dünyayı da fethetmiş. Osmanlı ordusu 1863’de ünlü Viyana kuşatmasını kaldırıp geri çekilirken, birçok yüküyle beraber 500 çuval kahvesini de Viyana’da bırakmış. Kahveyi o zaman dek tek tük duyan Viyanalılar bu ganimeti kavurup içmeye başlamışlar. Ardından üst üste kahvehaneler açılmış ve Viyana’da oluşan kahve içme alışkanlığı Avrupa’nın dört bir yanına yayılmış.
3 yorumlar
Sizi takdir ediyorum, oturup yazmışsınız maşallah, bilgilendirdiniz bizi. :)
bende tam bir kahve delisiyimdir, günde 3 fincan içerim içmesem başıma ağrılar girer :) bu kadar yazıyı hiç üşenmeyip yazmışsınız valla tebrik ederim :)
Swotpisces – Teşekkür ederim :) Faydalı olduysa ne mutlu bana…
Beyza'nın annesi – :) Rica ederim. Kahve bağımlılık yapıyor insanda, tadına hayır denmiyor ki :)